20 Kasım 2011 Pazar

İNSAN BİR DEVDİR -1-

Gürer MUT



“ Şimdi, uçsuz bucaksız uzayı gözünüzün önüne getirin. Yıldızların, bulutsuların doldurduğu uzayı… Bu devler devi bulutsulardan birinde Güneş alev alev yanıyor. Güneşten gezegenler kopuyor. Küçük bir gezegende madde canlılaşıyor, kendi bilincine varmaya başlıyor. Bunun sonucunda insan ortaya çıkıyor.”


M.İLİN – E.SEGAL  


Yer kabuğunun biçimlenmeye başladığı o anda canlı varlık şekillenmeye başladı. Geleceği inşa eden yapısal unsur oldu. En önemlisi de insan yaşadığı alana şekil veren ve bir süreklilik içersinde büyük bir devinimle kendini yaratan oldu. İnsanın kayıtlı tarihinin on milyon yıl öncesine ait olduğunu düşünecek olursak, ilkin şu soruyu sormamız gerekir: On milyon yıl tarih denen uzantının içersinde nedir? Bir santime tekabül eden bir uzunluk! Bu süre zarfında avcı toplayıcı yapıdan gelerek sosyal ve ekonomik alanda kendini geliştiren insan, yaratmış olduğu devlet mekanizmasına da yapısal bir şekil kazandırdı. Ve insan günü geldiğinde bu büyük kitabın yalnız baş aktörü değil, aynı zamanda onun yazarlarından biri olmaya da başladı.


13 Kasım 2011 Pazar

GÖRÜŞ YAZISI 5.Hafta



“Tarım yalnızca on iki bin yaşında. Uygarlıklar yaklaşık altı bin yıl öncesine dayanıyor. Eğer insan varoluşunun bütününe 24 saatlik bir gün diye baksaydık, tarımın ortaya çıktığı zaman öğleden sonra 11.56, uygarlığın ortaya çıktığı zaman da 11.57 olurdu.”


 İşte insanlığın uygarlığı tarih denen o sahnede saniyelere tekabül ediyor. Bu saniyeler içersinde uygarlığın kendini hissettirmesiyle birlikte ne gariptir ki, dünyaya kan ve gözyaşı hakim oluyor. Bu zaman diliminde insan büyük kıtalar keşfetti; avcı toplayıcı olarak başladı macerasına ve son iki yüz yılda büyük sanayi kolları inşa ederek devam ediyor yoluna.


 Peki, Avrupa uygarlığı neden zorla kabul ettirmek istesin kendi varlığını; yerlilere, kabilelere, toplumlara?


5 Kasım 2011 Cumartesi

Sociology in Retrospect

Sociology in Retrospect

Behice BORAN

Sociology in Retrospect – Geriye Dönüp Baktığımızda Sosyoloji
American Journal of Sociology (AJS), Ocak 1947
Raşit Kaya tarafından yapılan Türkçe çevirisi Bilim ve Sanat Dergisi, Sayı 84, 1987

Behice Boran’ın sosyal bilimci yönüne ışık tutan ürünlerinden birisi de American Journal of Sociology (AJS) dergisinin 1947 yılı Ocak sayısında yayınlanan makalesidir. Boran’ın ”akademik yaşamı” göreli olarak kısa sürmüştür. Ancak, bu uğraşında da kalıcı eserler bırakmıştır. Yayınladığımız makale bu izlerin Türkiye’de akademik çevrelerde bile bugün pek az kişi tarafından bilinen yeni bir tanığıdır. AJS, dünyanın en eski ve etkili sosyoloji dergileri arasında başta sayılır. “Akademik sosyoloji” alanında geçmişte olduğu gibi bugün de en ön sıralarda anılan bir yeri vardır. Türkiye’de yaşamakta iken bu dergide makale yayınlatma başarısına ulaşmış başka bir akademisyen olduğunu sanmıyoruz. En azından. Boran’ın makalesinin Türkiye ile ilgili sınırlı ve özel bir konuda olmayıp, bilim dalının temel kuramsal boyutlarını tartışması açısından Türk sosyologları arasında tek olduğunu sanıyoruz. Boran ‘m makalesinde karşı çıktığı görüşlerin sözcülüğünü yapan bir akademik yayın organında yer bulabilmesi bu alandaki yetkinliğinin göstergesi olarak kabul edilmelidir. Makalenin yayınlandığı ülke olan ABD’de de çok yankı yaptığı bilinmektedir. Nitekim aynı derginin 1947 yılı Eylül sayısında Boran’ın yazısını konu alan başka bir makale yayınlanmıştır.
(Çeviren Raşit Kaya)
Sosyolojinin bir “pozitif bilim” olarak ortaya çıkışından bu yana bir yüzyıl geçti. Bu yazıda amacım, sosyoloji tarihinin daha sonraki gelişmelerini kısaca gözden geçirmek ve bu gelişmenin pozitivist çizgilerde yönlenmesi çabalarının bana göre toplumsal önemini göstermektir.

AUGUSTE COMTE

Comte’un görüşlerinin ne anlama geldiğinin yorumlanmasında iki temel etkene önem verilmelidir: Birincisi, Comte, bir devrim ve Napolyon’un serüvenlerinden sonra tükenmiş bir ülke ile egemen sınıflarının devrimci değişmelerin dehşeti içinde oldukları bir kıtada, tutucu bir tepki döneminde yaşamış ve yazmıştır. İkincisi, o dönemde, Saint-Simonculuk, Fouriercilik, Owencilik gibi toplumsal hareketler de şaha kalkmış, var olan sisteme eleştiriler yöneltiyor, onu değiştirmekle tehdit ediyordu. Bunlara, kişisel bir olgu olarak Comte’un kendisinin de kralcı, katolik bir aileden geldiği eklenebilir. Belleğimizdeki bu olgularla, Comte’un var olan kötülükleri ortadan kaldıracak biçimde toplumu yeniden düzenleyecek temelleri bir toplum biliminin sağlayacağı görüşünü anımsayabiliriz; (ona göre) sosyoloji toplumsal sorunlara akılcı, bilimsel çözümleri sağlayacaktı.