Kavramlar






A 

A. Smith, An Inquiry in to the Nature and Causes of the Wealth of Nations, London 1776. 

Alman Yıllıkları—Genç-hegelcilerin 1838'den 1843'e kadar gündelik yaprak halinde yayınlanan tek ve aynı dergilerinin kısaltılmış adı. Dergi 1838'den 1841'e kadar kendine Hallische Jahrbücher für deutsche Wissenschaft und Kunst ("Alman Bilim ve Sanatı Üzerine Halle Yıllıkları") adını verdi, Arnold Ruge ve Theodor Echtermeyer yönetiminde yayınlandı. Prusya'da yasaklanma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğundan, dergi, Saxe'a göçtü ve 1841 Temmuzunda Deutsche Jahrbücher für Wissewchaft und Kunst ("Bilim ve Sanat Üzerine Alman Yıllıkları") adını aldı. Ama 1843'te hükümet, derginin yayınlanmasını yasakladı ve yasak kararı Bundestag'ın kararı ile bütün Almanya için geçerli hale geldi. 

Allgemeine Literatur- Zeitung Hirzel'in (sayı 5, s. 15) bir makalesinin, şu son paragrafını özetler: "Sonunda bütün dünyanın ona (eleştiriye) karşı bağdaşacağı zaman, —ve bunun zamanı uzak değil,— bütün gerileyici dünya, son saldırı için, onun yöresinde toplanacağı zaman, eleştirinin gözü pekliği ve anlamı işte o zaman en büyük onayı bulmuş olacaklardır. Sonuç konusunda kaygılı değiliz. Her şey şuna varacak: bireysel kümelerle hesabımızı görecek ve o şövalyemsi düşmanlar için genel bir yoksulluk belgesi düzenleyeceğiz." 

Amalfi — Napoli'nin güneyinde kurulmuş bir İtalyan kenti. 10. ve 11. yüzyıllarda parlak bir limandı. Bu kentin deniz hukuku bütün İtalya tarafından benimsenmişti. 

Analiz birimi [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Benzer tüm birimlerin özet tanımlarını oluşturmak ve aralarındaki farkları açıklamak için üzerinde gözlem yapılan bireyler, gruplar, örgütler, nesneler.

Anayasal Sözleşme — Fransa'da 1830 burjuva devriminden sonra yürürlüğe girmiştir; Temmuz monarşisinin temel yasasıydı. Görünüşte ulusun egemenlik haklarını ilan ediyor ve kralın gücünü bir miktar kısıtlıyordu. 

Anekdota zur neuesten deutschen Philosophie und Publizistik, Zürich-Winterthur 1843. Ruge tarafından yayımlanan bu dergi, Alman Yıllıkları yazı kurulu sansürü tarafından geri çevrilen tüm makalelere, sayfalarında yer veriyordu. Bu makaleler arasında, Feuerbach'ın, özsözler biçimi altında, sonradan Geleceğin Felsefesi'nde geliştirilmiş bulunan başlıca fikirlerini sunan "Vorläufige Thesen zur Reform der Philosophie"leri de yer alıyordu. 

Anket [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Analiz için yararlı olacak bilgi toplamak için tasarlanmış enstruman.

Appien, MS 2. Yüzyılda yaşamış Yunan tarihçisi. Roma Tarihinin yazarı… 

Araştırma evreni [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] Örneklemin seçileceği ögelerin toplamı.

AufhebungMarx, Hegel'de aynı zamanda hem kaldırma hem de koruma anlamına gelen hegelci Aufhebung kavramını inceler. Mantık'ta (l. Kitap, 1. kısım, bölüm I, Gözlem), Hegel şöyle yazar: "Aufheben dilde şu ikili anlamı taşır: sözcük hem saklama, koruma gibi, ve hem de bitirme, sona erdirme gibi bir anlama gelir. Saklama olgusunun kendisi, daha şimdiden o olumsuz yönü içerir; onu korumak için, nesneden onun o anda oluşu (immédiateté) ve bunun sonucu dış etkilere açık bir varlık oluşu çıkartılır. Böylece kaldırılmış olan şey, aynı zamanda, sadece kendi o anda oluşunu yitirmiş, ama bu yüzden yok olmamış bulunan, saklanmış olan bir şeydir de." Öyleyse bu anlamda aşma teriminden yararlanacağız.
 

B


Bacchus ya da Dyonisos Eski Yunan mitolojisinin tanrısı. Önceleri insanın yaratıcı güçlerini uyandıran tanrı, sonradan şarap tanrısı. Büyük İskender'in Asya seferinden sonra Dyonisos'un da Hindistan ve öteki Asya ülkelerindeki gezisi miti ortaya çıkmıştır.  

Bağımlı değişken [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Açıklanan değişken; sonuç; araştırmacıyı rahatsız eden, açıklanması istenen durum. 

Bağımsız değişken [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Açıklayan değişken veya ara değişken; neden.

Bakunin, Mihail (1814-1876). — Rus devrimcisi, anarşizm teorisyeni… 

Barış ve Özgürlük Ligası – Çeşitli küçük-burjuva ve burjuva cumhuriyetçileri ve liberalleri tarafından 1867'de İsviçre'de kurulan burjuva-pasifist bir örgüt.

Eylül 1868'de Bern'de toplanan Kongresinde, Bakunin'in kendi hazırladığı karmakarışık sosyalist programı ("sınıfların toplumsal ve iktisadi eşitliği", "devletin ve miras hakkının kaldırılması", vb.) kabul ettirme çabasına değiniliyor. Bu projesi oyçokluğu ile reddedilince, Bakunin, bu Ligadan ayrılmış ve Uluslararası Sosyalist Demokrasi İttifakını kurmuştur. 

Bauer, Bruno (1809-1882).  — Filozof ve din konusunda eleştirmen. Önce hegelci okulun sağ kanadına katılmıştır. 1839’da Bonn’a profesör atanmıştır, sonra, sol-hegelciliğe doğru kaymıştır ve kısa zamanda sol-hegelcilerin başı olarak tanınmıştır. Bir süre onun dostu ve silah arkadaşı olmuş olan Marx ve Engels, Kutsal Aile adlı yapıtlarında Bruno Bauer’e ve kardeşi Edgard Bauer’e kıyasıya saldırdılar. Bruno Baueri yaşamının sonuna doğru Bismarck’ın savunucusu oldu.

Bayle, Pierre (1637-1706). – Fransız filozofu. Aralarında Tarih ve Eleştiri Sözlüğü de olan boşinanlarla savaştı bir çok yapıtın yazarıdır. 

Belle-Isle — Biskaye körfezinde siyasal mahpuslar için cezaevi olan bir ada. 

Berthelot, Pierre-Eugene-Marcelin (1827-1907). – Ünlü Fransız kimyacısı. Basit cisimlerin yardımıyla organik bileşkelerin bileşimi üzerinde sayısız çalışmaları ile hemen hemen bütünüyle yarattığı gerçek kimyasal mekaniği, yani termoşimiyi kendisine borçluyuz. 600’den fazla inceleme yazısı yayılanmıştır. 

Beyaz Gömlekliler - İkinci İmparatorluğun (Prusya-Alman İmparatorluğu) polisi tarafından örgütlendirilmiş çeteler. İşçi olduklarını iddia eden sınıf-dışı öğelerin oluşturdukları bu çeteler, yetkililerin gerçek işçi örgütlerini ezmelerine bahaneler sağlamak amacıyla provokatif gösteriler örgütlemişler, huzursuzluk yaratmışlardır. 

Bilim – Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim. 

Bilimsel düşünce – Bilim temeline dayanan, özgür, eleştirici, araştırıcı ve bağımsız düşünce.

Bismarck ve Beust (Avusturya-Macaristan şansölyesi), işçi sınıfı hareketine karşı ortak bir mücadele başlattılar. 17 Haziran 1871'de Bismarck, Beust'a Enternasyonalin faaliyetlerine karşı Almanya'da ve Fransa'da alınan önlemlere ilişkin bir muhtıra gönderdi. Alman ve Avusturya imparatorları, Enternasyonale karşı alınacak önlemleri görüşmek üzere Ağustos 1871'de Gastein'de ve Eylülde de Salzburg'da özel toplantılar yaptılar. Enternasyonale karşı başlatılmış olan genel kampanyaya İtalyan hükümeti de katıldı. Ağustos 1871'de Napoli kesimini kapattı ye başta Th. Cuno olmak üzere Enternasyonalin üyelerini cezalandırmaya başladı. 

1871'in ilkyazında ve yazında, İspanyol hükümeti de, işçi örgütlerine ve Enternasyonalin kesimlerine karşı baskı önlemlerine başvurdu; bu durum, İspanyol Federal Konseyi üyeleri Mora'yı, Morogo'yu ve Lorenzo'yu Lizbon'a gitmek zorunda bıraktı. 

Blanc, Louis (1811-1882). – Fransız yazar ve siyaset adamı. 1840 yılında Emeğin Örgütlendirilmesi adında, sosyalist çevrelerde ve işçi çevrelerinde büyük bir başarı kazanan bir yapıt yazdı. Başlıca tarihsel çalışmaları şunladır: 1841’de çıkan On Yılın Tarihi (1830-1840); 1847’de çıkan Fransız Devriminin Tarihi. Louis Blanc sınıf savaşını reddeder ve toplumun sosyalist dönüşümünü reformlar yoluyla, bu arada devlet tarafından desteklenen genel halk atölyelerinin örgütlendirilmesiyle gerçekleştirmeyi umar. 

Burgravlar – Yasama meclisinin yeni bir seçim yasası hazırlamakla görevli komitesindeki önde gelen 17 orleancı ve meşruiyetçi üyeye, sınırsız -yetki iddiasında bulunmaları ve gerici özlemler taşımaları yüzünden verilen addı. Bu ad, Victor Hugo'nun tarihsel piyesinden alınmıştı. Bu piyes, imparator tarafından atanan "burg" (kale) komutanına Burg-Grof dendiği ortaçağ Almanya'sında geçiyordu.

Büchner, Friedrich- Karl-Christian-Ludwig (1824-1899). – alman filozof ve doğabilimcisi. Tubingue Üniversitesinde profesör. Kuvvet ve Madde adında kitap yayınlamıştır. Bu kitapta materyalist savları savunmuştur ve bu, görevden çıkarılmasına yol açmıştır. Birçok gazete makalesi ve materyalist kavram ve anlayışları halka indirmek amacıyla birçok yapıt yazmıştır. 

Brumaire — Fransız cumhuriyetçi takviminde bir ayın adı. 18 Brumaire (9 Kasım 1799) Napoléon Bonaparte'ın askeri diktatörlüğünün kurulmasını sağlayan hükümet darbesinin yapıldığı gün. "18 Brumaire'in ikinci baskısı" dendiğinde Marks, 2 Aralık 1851 hükümet darbesini kastetmektedir. 

Brüksel Kongresi (1.Enternasyonal) – 6-13 Eylül 1868 tarihlerinde yapıldı. Marx, bu Kongrenin hazırlıklarına etkin bir biçimde katıldı ama toplantılarında bulunmadı. Kongrede İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, İsviçre, İtalya ve İspanya işçilerini temsil eden yaklaşık 100 delege vardı. Kongre, demiryollarının, yeraltı kaynaklarının, madenlerin, ormanların ve ekilebilir toprakların kamu mülkiyetine aktarılmasının zorunluluğu konusunda önemli bir karar kabul etti. Bu karar, Fransız ve Belçikalı prudoncuların çoğunluğunun kolektivist bakış açısını benimsemiş olduklarını ve Enternasyonal içerisinde proleter sosyalizmin küçük-burjuva reformculuğu üzerinde zafer kazanmış olduğunu gösteriyordu. Kongre, ayrıca, Marx'ın sekiz saatlik işgünü, makinelerin kullanımı, Barış ve Özgürlük Ligasının Bern Kongresine (1868) karşı takınılacak tavır konularında önerdiği kararları ve, bir de, Alman delegasyonu adına Lessner'in önerdiği ve bütün ülkelerin işçilerine Marx'ın Kapital'ini incelemelerini ve bu yapıtın Almanca'dan öteki dillere çevrilmesini salık veren bir kararını kabul etti.


C 

Calvin (Kalven),  Jean (1509-1564). –Fransa’da Reform hareketinin başı. 1534’te Protestanlığa katıldı. 1540’ta tanrıbilim dersi  vermek üzere Cenevre’ye yerleşti, Kilisenin Buyrultuları’nı kaleme aldırttı, ki bunlar Cenevre’yi protestanlığın kalesi yapacaklardı. Bükülmez bir katılıkla yalnız dogmayı ve tapınışı değil, törenleri de reforma uğrattı.

Capitol — Roma'da bir tepe, Jupiter, Jonu ve öteki tanrıların taponaklarının yapıldığı bir müstahkem kale. Efsaneye göre, Rosa, MÖ 390 yılında, salt Jonu'nun tapınağından gelen kaz gürültülerinin Capitol bekçilerini uyandırması sayesinde Gaul'lerin istilasından kurtulmuştu. 

Cévennes — Fransa'da dağlık bir bölge. 1702 ve 1705 yılları arasında bir köylü ayaklanması oldu burada. Ayaklanma önce protestanlara yapılan zulümleri protesto etmek için başlamıştı, sonra açıkça anti-feodal bir nitelik kazandı. 

Constance din bilginleri toplantısı (15 Kasım 1414-22 Nisan 1418) — Reformasyon hareketinin doğuşu sırasında mezhep sapkınlıklarına ve din adamlarının ahlak bozukluklarına karşı savaşarak hıristiyanlığın birliğini (o zaman üç papa vardı) kuvvetlendirmek, birliği yeniden yaratmak amacındaydı.

Cromwell tarafından çıkartılan yasalar — 1651'de Cromwell tarafından çıkartılan (denizcilik ve sömürge tekelleri ile ilgili yasalar) ve daha sonra yenilenen yasalar. Bu yasalar, Avrupa'dan, Rusya'dan ya da Türkiye'den ithal edilen metaların yalnız İngiliz ya da ihracatçı ülkelerin gemileriyle taşınması gereğini koşul olarak getiriyordu. İngiliz kıyıları boyunca kabotaj hakkı yalnız İngiliz gemilerinin tekelinde olacaktı. İngiliz denizciliğini kolaylaştırmak amacını güden bu yasalar, özellikle Hollanda'ya karşı yöneltilmişlerdi. 1793 ile 1854 arasında kaldırıldılar.



Ç 

Çartizm – İngiliz işçilerinin 1830'lar ve 1840'larda giriştikleri devrimci bir yığın hareketi. 1838'de çartist1er, parlamentoya sunulmak üzere, 21 yaşın üzerindeki erkeklere oy hakkı, gizli oy, parlamento adaylarında aranılan belli bir mülke sahip olma koşulunun kaldırılması, vb. istemlerinde bulunan bir dilekçe (People's Charter) hazırladılar. Hareket büyük toplantılar ve gösterilerle başladı; slogan, People's Charter'ın uygulaması için mücadeleydi. 2 Mayıs 1842'de çartistler, parlamentoya, bu kez bir takım toplumsal istemler içeren (daha kısa işgünü, daha yüksek ücretler, vb.) ikinci bir dilekçe gönderdiler. Bu dilekçe parlamento tarafından reddedildi. Buna karşılık olarak çartistler, bir genel grev örgütlediler. 1848'de, bir üçüncü dilekçeyle birlikte parlamentoya yığınsal bir yürüyüş planladılar. Ama hükümet, askeri birlikler getirerek bunu önledi. Bundan aylarca sonra, parlamento dilekçeyi inceledi ve reddetti. 1848'den sonra çartist hareket gücünü yitirmeye başladı.

Çartist hareketin başarısızlığa uğramasının temel nedeni, açık bir programdan ve taktiklerden ve tutarlı bir devrimci proleter önderlikten yoksun oluşuydu. Ama çartistler, gene de, İngiltere'nin siyasal tarihini ve uluslararası işçi sınıfı hareketini büyük ölçüde etkilemişlerdi.

D

Darwin, Charles (1809-1882). – Büyük İngiliz bilgini, evrimciliğin kurucusu. Evrim fikri Darwin’den önce Lamarck tarafından da savunulmuştu, ama Darwin, Türlerin Kökeni(1859) adlı kitabında emrimci kavramlara sağam bir teorik temel veren ilk bilgin oldu. Darwin, türlerin evrimini, yaşam savaşımının kendiliğinden sürüklediği doğal seçme ile açıklar.  

Değişken [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Değişebilen, yani en az iki değer alabilen her şey. 

Denek [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Örnekleme seçilen ögelerin her biri. 

Denence [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Gözlemlenen olaylar ya da olay kümeleri arasında henüz kesinlikle kanıtlanmış olmayan, ancak kanıtlanması olası görülen ilişkileri anlatan bir önerme. 

Deney grubu [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Deneysel uyarıcının uygulandığı bir grup denek. 

Descartes, René (1596-1650). – Ünlü Fransız filizofu. Avrupa’da sayısız yolculuklar yaptıktan sonra küçük bir Hollanda kasabasına çekildi, ve orada, göreli bir yalnızlık içinde kendini incelemelerine ve felsefe çalışmalarına verdi. 1637 yılında Aklını İyi Kullanmak ve Gerçeği Bilimlerde Aramak için yöntem Üzerine Söylev’i; 1641’de Metafizik Düşünceler’i; 1644’te Felsefenin İlkeleri’ni ve 1649’daaa Ruhun Tutkuları Üzerine İnceleme’yi yazdı. Ona göre, dünya bütünüyle bir fkirler dünyasıdır, bu dünyada her şey evrensel ve zorunlu yasalara göre düzenlenir ve zincirleme birbirine bağlanır. Akıl bizim bilgilerimizin biricik hakemi olarak ilan edilmiştir. 

Deutsch-Französische Jahrbücher Karl Marx ve Arnold Ruge'un Paris'te çıkardıkları Almanca bir dergi. Yalnızca (Şubat 1844'te) bir sayısı yayınlanmıştır. Bu sayıda Karl Marx'ın iki makalesi —"Yahudi Sorunu Üzerine" ve "Hegelci Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı. Giriş"— ve Friedrich Engels'in de gene iki makalesi —"Bir Ekonomi Politik Eleştirisi Denemesi" ve "İngiltere'nin Durumu 'Dün ve Bugün', Thomas Carlyle, Londra 1842"— yer alıyordu. Bu yapıtlar Marx ve Engels'in materyalizme ve komünizme nihai geçişlerini belgelemektedir. Derginin yayınlanması esas olarak Marx ile bir burjuva radikali olan Ruge'un arasındaki görüş farklılıkları yüzünden kesilmiştir. 

Devletin Sönümlenmesi (Alm. Das Absterben des Staates; Fr. L’extinction de l’Etat; İng.The withering away of the state) Toplumsal gelişmenin belirli bir aşamasında, baskı altında tutulacak bir toplumsal sınıf var olmadığında, sınıf egemenliğinden, üretim araçlarının özel mülkiyetinden ve üretimdeki anarşiden kaynaklanan hayat mücadelesi ve bundan doğan ihtilaflar giderildiğinde, özel bir baskı gücüne duyulan ihtiyacın ortadan kalkmasıyla birlikte yönetsel işlemlerin sınıfsal/siyasal niteliklerinin silinmesi; gereksizleşen devletin tedricen ve kendiliğinden kaybolması.

Genellikle düşünülenin aksine, devletin sönümlenmesi kavramı Marksist klasiklerde küçümsenmeyecek ölçüde ele alınmış ve tartışılmıştır. Engels devletin düşünülemeyecek bir zamandan beri var olmadığını, hiçbir devlet ve devlet gücü fikri bulunmayan, işlerini devletsiz gören toplumların yaşamış olduğunu belirttikten sonra devletin, toplumun sınıflara bölünmesine zorunlu olarak bağlı bulunan belirli bir iktisadi gelişme aşamasında, bu bölünme tarafından zorunluluk durumuna getirildiğini saptar. Kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıkan sınıflar, yine kaçınılmaz bir biçimde ortadan kalkacak ve onlarla birlikte devlet de kaçınılmaz olarak yok olacaktır. İktisadi gelişme nasıl çıkrık ve tunç baltayı ancak antika eserler müzesinde anlamlı olabilecek bir gereklilik düzeyine ittiyse, üreticilerin özgür ve eşitçi birliği temelinde üretimin yeniden düzenlenmesiyle devlet makinesi de aynı şekilde bir kenara atılacaktır.

Marx da bunun “ancak ve ancak” komünist toplumun ileri bir aşamasında, bireylerin işbölümüne ve kafa emeğiyle kol emeği arasındaki çelişkiye kölece boyun eğişleri sona erdiği, emek yalnızca bir geçim aracı olmaktan çıkıp kendisi birincil yaşamsal gereksinim olduğu, bireyler çok yönlü gelişim sağladığı, üretici güçler arttığı ve bütün kolektif zenginlik kaynakları gürül gürül fışkırdığı zaman gerçekleşebileceğini açıklar. Hukuk iktisadi durumdan ve ona karşılık gelen uygarlık derecesinden daha ileri olamaz. Kapitalist toplumdan uzun ve sancılı bir doğum sonrasında hayata gelen ve kapitalist toplumun kusurlarını şu ya da bu ölçüde bağrında taşıyan komünist toplumun ilk aşamasında sınıflar da mevcuttur eşitsizlik de baskı da ve dolayısıyla devlet de. Devletsizlik, ancak ve ancak, komünist toplumun ileri bir aşamasında, “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” ilkesi hayata geçtiğinde, kendiliğinden doğacak bir sonuçtur. Doğal olarak gelişimin o aşamasında bir baskı aracına, toplumun belirli kesimlerine uygulanan örgütlü ve sistemli şiddete ve dolayısıyla devlete ihtiyaç yoktur. İnsanlar şiddet ve boyun eğme olmaksızın toplum halinde yaşamanın basit koşullarına uymaya alışmıştır; kamu görevleri siyasi/sınıfsal karakterini kaybeder, artık söz konusu olan basit yönetim görevleridir.

Marksistlerin devletin sönümlenmesi sorununa bakışlarını doğru anlamak için iki noktaya vurgu yapmak gerekir. Öncelikle, Marksizmde bir “devletin sönümlenmesi sorunu” yoktur. Devletin ortadan kalkması marksistler açısından bir hedef değil sonuçtur. Devletin yok olması bilinçli ve planlı bir operasyonun sonucunda gerçekleşemez; ancak belirli nesnel süreçlerin sonucu olarak izlenebilir. Devletin niteliği ve yapısı öznel müdahalelerle değiştirilebilirse de sönümlenme ve yok olma, öznesi olmayan, kendiliğinden ve uzun bir süreçtir.

İkincisi, sönümlenmesi beklenen devlet, burjuvazinin devleti değildir. Marksistlerin sınıfsal özünden bağımsız bir devlet karşıtlıklarının olmaması burjuva devletle barışık olma anlamına gelmez. Burjuva devletin sönümlenerek ortadan kalkması beklenemez. Burjuvazinin devleti kırılıp parçalanarak etkisiz hale getirilmeli, birçok kurumu ilga edilmeli, kimi kurumlarıysa burjuvaziyi yok etmede kullanılmak üzere yeniden şekillendirilmelidir.


Devletin sönümlenmesi başlığı ile ilgili önemli tartışmaların, üzerine vurgu yaptığımız bu iki noktaya ilişkin olduğu görülür. Tartışmalardan biri, Marksistlerle anarşistler arasındadır. Anarşistler 19. yüzyılın ortalarından itibaren Marksizmi devletin idaresini elegeçirmenin ötesinde bir perspektife sahip olmamakla eleştirmiş ve insanlığın kurtuluşunun devleti ortadan kaldırıvermekle mümkün olacağını savunmuşlardır.


Devlet ve devletin sönümlenmesi kavramlarının Marksistlerle anarşistler arasında tartışma konusu olması şaşırtıcı değildir. Bir kere öncelikle komünist ütopya ile anarşist ütopya arasından uzlaşmaz farklılıklar bulunur. Anarşist ütopya sınırsız bireysel özgürlüğü hedefler. Devlet, sınıfsal karakterinden bağımsız olarak, her türlü kötülüğün kaynağıdır. Devletin, merkeziyetçiliğin, her türlü otoritenin ortadan kaldırılması gerekir.


Marksistler açısından hedef sınırsız bireysel özgürlük değil, insanın çok yönlü gelişimidir. Bu çok yönlü gelişim ancak bir topluluk içerisinde mümkündür. Gerçek kişisel özgürlük, bu gelişimin sonuçlarından biridir ve dolayısıyla o da ancak bir topluluk içerisinde söz konusu olabilir. Devlet topluma dışarıdan zorla kabul ettirilmiş bir güç değildir. Toplumsal gelişmenin belirli bir aşamasının ürünüdür ve toplumun uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarına bölünmüşlüğü son bulduğunda gereksizleşerek yok olacaktır. Marksizm, devlet ve otorite gibi kavramların sınıfsal özünden bağımsız olarak anlaşılamayacağını savunur. Nitekim, Marksistler devlete sınıfsal özünden bağımsız olarak karşı değildirler. Sorun, devlet değil, toplumun sınıflara bölünmüşlüğüdür. Yok edilmesi gereken de budur.


Engels, anarşizmin son derece radikal ve yalın olup beş dakikada ezbere öğrenilebileceği için, özellikle Marksizmin sağlam kökler salamadığı ülkelerde ve topluluklarda popülerleştiğini söyler. Oysa, bu radikal maskenin altında devrimin sonsuza kadar ertelenmesi yatar. Bütün yönetim makinesinden, bütün devlet kurum ve kademelerinden bir anda vazgeçmeyi önermek gerçekte devrimi insanların değişecekleri güne ertelemekten başka bir anlam taşımaz. Oysa, devrime insanları değiştirmek için ihtiyaç duyulmaktadır ve devrim bugünkü insanlarla yapılmak durumundadır. İnsanların olgunlaşmalarını beklemenin hiç de radikal bir tutum olmadığı açıktır.

Devletin sönümlenmesiyle ilgili öteki önemli tartışma marksizm içi bir tartışmadır ve önce Alman sosyal demokratları ile Marx ve Engels arasında, sonrasındaysa yine Alman sosyal demokratlarıyla Rus komünistleri ve özellikle de Lenin arasında gerçekleşmiştir. Tartışmanın kökeninde Alman sosyal demokratlarının Marksist önermeleri Marksizme ve devrimciliğe uzak bir tarzda çarpıtmaları yatar.


Marksistlerin sınıfsal özünden bağımsız bir devlet karşıtlıklarının olmadığı ve devletin önünde sonunda sönümleneceği önermeleri, Alman sosyal demokrasisi tarafından sınıflar arası uzlaşmanın gerekçesi olarak sunulur. Marksistlerin amacı devleti yok etmek değilse ve devlet zaten sönümlenecekse, o halde sosyalizme barışçı yoldan geçmek de mümkün ve hatta doğru olan tercihtir. Yapılması gereken bu kez de işçilerin çoğunluk olmalarını beklemekten ibarettir. Çoğunluk olan işçiler iktidarı ele geçirecek ve sosyalizm için yapılması gereken de demokrasiyi işletmek olacaktır.

Oysa, Marksistler açısından devletin sönümlenecek olması, ne devrimi ne de devrimin içereceği şiddeti gereksizleştirir. Marx ve Engels, özellikle Paris komünü deneyimi sonrasında sürekli olarak, işçi sınıfının hazır bir devlet aygıtını ele geçirip onu kendi hesabına kullanmakla yetinemeyeceğini vurgulamışlardır. İşçi sınıfı, devleti burjuvaziye karşı özel bir şiddet örgütü olarak kullanacaktır ve bu yüzden de proleter devletin kurulma aşamasında, burjuvazinin daha önce kendisi için meydana getirmiş olduğu devlet makinesinin kırılıp parçalanması zorunludur. Burjuvazinin alaşağı edilmesini,  dolayısıyla burjuva devletin yıkılmasını konu edinmeyen bir sınıflar mücadelesi söz konusu olamaz. Sönümlenme, sosyalist devrimden sonraki çağın konusudur. Kapitalizm koşullarında devletin sönümlenmesini beklemek, devrimin inkârıdır ve sınıf uzlaşmacılığının bir aracıdır.


Lenin sorunları doğru anlamak için bir Marksistin hiç bıkmadan aynı soruyu sorması gerektiğini belirtir: “Hangi sınıf için?”


“Devlet bir baskı aracı mıdır? Evet. Öyleyse devlet kötüdür.” türü bir akıl yürütme Marksistler açısından mantıksızdır. Devletin baskı aracı olduğunu saptayan Marksist, buradan bir sonuca varmadan önce sormalıdır: “Hangi sınıf için?”


Devlet, iktidardaki sınıfın öteki sınıflar üzerindeki baskı aracıdır. İktidarda burjuvazi varsa, güncel görev, devlet makinesinin kırılarak işlevsizleştirilmesi, kimi devlet kurumlarının lağvedilmesi, kimilerininse bambaşka bir içerikle yeniden şekillendirilmesidir. Bu başarılmışsa ve iktidarda proletarya varsa, güncel görev, burjuvazi üzerindeki baskıyı daha etkili kılacak ve daha hızlı sonuç verecek şekilde devletin tahkim edilmesidir.

Marx ve Engels’in devletin sönümlenmesiyle ilgili konulardaki değerlendirmelerinde kapitalist toplumdan komünist topluma öngörülemez uzunlukta bir geçiş döneminin zorunlu olmayacağını düşündükleri görülür. Bir yandan, işçi sınıfı tüm gelişmiş ülkelerde siyasi ağırlığını hızla artırmaktadır. Öte yandan, komünist toplumun birçok öncülü kapitalizm koşullarında oluşmaktadır. Genel eğitim, yaygın iletişim ve ulaşım ağı, büyük fabrikalar bu öncüllerden bazılarıdır. Dahası, kapitalizm idari devlet görevlerini basitleştirirken temel eğitim almış bireylerce rahatlıkla yürütülebilir hale getirmektedir. Kapitalizm koşullarında disiplin ve formasyon kazanan işçiler için bu basit idari görevlerin altından kalkmak kolay olacaktır.

Ancak, izleyen yakın dönemde geçiş döneminin öngörüldüğü gibi kısa olmayacağı açıkça ortaya çıkar. Komünist toplumun ileri aşamasına ve giderek devletsizliğe geçiş için iki zorunlu önkoşula dikkat etmek gerekir. Bir kez, gerekli sosyo-ekonomik ve ideolojik gelişkinlik dünya çapında eşanlı olarak sağlanmış olmalıdır. İkincisi, söz edilen biçimde  devletten kurtulacak olan yeni kuşakların yeni ve özgür toplumsal koşullar içinde yetişmiş olmaları gerekir. Emperyalizm çağında bu koşulların sağlanmasının uzun bir zaman alacağı açıktır. Lenin gerek dönemi ve emperyalizmi doğru tahlil ederek, gerekse bu tahlilden çıkan sonuçları başka başlıklara ve özellikle de devlet tartışmalarına doğru yansıtarak ilgi ve vurguyu devletin sönümlenmesinden geçiş döneminin devletine, proletarya diktatörlüğüne kaydırmıştır.


Bugün de Türkiyeli Marksistler, kapitalizm koşullarında gündemde olan sorunun devletin ortadan kaldırılması değil, kapitalistlerin mülksüzleştirilmesi olduğunu savunur.


İşçi sınıfı iktidarı aldıktan sonra da cevap bulunması gereken soru, iktidarın ve devletin nasıl tasfiye edileceği değil, nasıl etkili ve üretken kılınacağı, sömürücü sınıf ve ideolojilerin varlık zeminlerinin en hızlı nasıl ortadan kaldırılacağı olacaktır.


Marksistlerin amacı ileriye doğru sürekli gidişi sağlama bağlamaktır. Marksistler komünizme geçişi hızlandıracak uygun toplumsal koşulları oluşturmak için mücadele ederler. Komünizme geçiş için öncüller oluştuktan, üretici güçlerde büyük bir gelişme mümkün hale geldikten sonra, komünizme geçişin ve devletin sönümlenmesinin ne zaman tam olarak gerçekleşeceğini söylemek gerekli değildir. Yapılması gereken ve yapılabilecek olan uygun zeminin yaratılmasıdır.


Diadokos'lar — Büyük İskenderin ölümünden sonra iktidar için birbirleriyle amansız bir savaşa tutuşan generalleri. Bu savaşım sırasında (MÖ 4. yüzyılın sonundan 3. yüzyılın başına dek sürmüştür), İskender'in İmparatorluğunun oturmamış askeri ve idari birliği birkaç bağımsız devlete bölündü. 

Doğalcılık [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Alan araştırmasına, nesnel toplumsal gerçekliğin var olduğu ve bunun gözlenebileceği ve doğru rapor edilebileceği varsayımıyla yaklaşma.

Doğalcılık – Burada ne sözcük anlamında doğalcılık söz konusudur, ne de doğaya dönüş. Marx, insanın kendi öz doğasını yeniden bulmuş olduğunu, yabancılaşma bu kendinin belirmesi sonuçlarını bozup, nesneler dünyasını, insanın varlığının uzantısı yerine, düşman bir dünya durumuna getirmeden ve sonunda kendi insan doğasının yadsınmasına yol açmadan, kendi özsel güçlerini özgürce geliştirebileceğini söylemek ister.

Marx, burada, kuşkusuz Hess'in 21 Yaprak'taki "Eylem Felsefesi" başlıklı makalesinin şu parçasına anıştırmada bulunur:

"Maddi mülkiyet, tinin saplantı durumuna gelmiş kendisi için varlığıdır. Tin, emeği, emek aracıyla kendinin dışsal belirtisini kendi özgür eylemi, kendine özgü yaşamı olarak değil, ama maddi bakımdan ayrı bir şey olarak kavradığından, kendini sonsuzluk içinde yitirmemek, kendi kendisi için varlığına erişmek için, onu kendisi için korumak zorundadır da. Ama eğer tinin kendisi için varlığı olarak dört elle sarılıp tutulmuş bulunan şey, yaratma içindeki eylem değil de, sonuç ise, yaratılmış bulunan şey ise, eğer tinin kavramı olarak kavranmış bulunan şey onun gölgesi, tasarımı ise, kısacası onun kendisi için varlığı olarak kavranmış bulunan şey onun öteki varlığı ise, mülkiyet, tin için olması gereken şey, yani onun kendisi için varlığı olmaktan çıkar. Malik olma susuzluğuna götüren şey, varolma susuzluğunun yani belirli bireysellik olarak, sınırlı ben olarak, sonlu varlık olarak varlığını sürdürme susuzluğunun ta kendisidir. Sıraları gelince varolma ve malik olmaya götürmüş bulunan şeyler de, tüm belirlenimin yadsınması, soyut ben ve içi boş "kendinde-şey"in, eleştiricilik ve devrimin, yerine getirilmemiş ödevin sonucu olan soyut komünizmdir." (Moses Hess, Sozialistische Aufsätze, yayınlayan Zlocisti, Berlin 1921, s. 58-59.) 

Doğu Roma İmparatorluğu — Köleci Roma İmparatorluğundan 395 yılında ayrılmış bir devlet; merkezi Konstantinople (İstanbul) idi. Daha sonraları Bizans adını almıştır. Doğu Roma İmparatorluğu 1453'de, Osmanlılar tarafından istila edilinceye dek varolmuştur. 

Dış geçerlik [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Deneysel sonuçlara dayanarak yapılan çıkarsamaların “gerçek” dünyaya genelleştirilememe olasılığı. 

Dietzgen, Joseph(1828- 1888). – Sepici işçi. 1864’ten 1869’a kadar Saint Petersbourg’da bir deri fabrikasını yönetti. Sonra Siegburg’da zanaatçı olarak yaşadı. 1884’ten başlayarak da New York ve Chicago’da gazeteci olarak yaşadı. Marx ve Engels’ten tamamıyla bağımsız olarak, diyalektik materyalizme yaklaşan br bilgi anlayışı geliştirdi. Başlıca yapıtı Zihni Çalışmanın Özü’dür(1869). 
Diderot, Denis(1713-1784). – Fransız filozofu ve yazarıdır. Ansiklopedi’nin(1751-1772) başlıca yazarıdır. Başkaca, Görenler için Körler Üzerine Mektup’u yazdı, bu kitap Vincennes’de hapsedilmesine neden oldu, Doğa Çocuğu(Piç), Aile Babası. Rusya’da Katerine II’nin yanında kısa bir süre kadıktan sonra Kaderci Jacques’ı, Dindar Kadın’ı, Rameau’nun Yeğeni’ni yazdı. Diderot, materyalist ve tanrıtanımaz idi. Doğaya boyun eğmek, iyilikçi olmak, işte tek ahlaki ödev buydu. 

Düzen Partisi — Tutucu büyük burjuvazinin 1848'de kurulmuş bir partisi. Bu parti Fransız monarşistlerinin iki hizbinin koalisyonu halindeydi -meşruiyetçilerin ve orleancıların; 1849'dan 2 Aralık 1851 hükümet darbesine kadar, bu parti, İkinci Cumhuriyetin yasama meclisinde önde gelen bir konuma sahip olmuştur. 


E 

Elysée gazeteleri — Bonapartçı eğilimdeki gazeteler; bu ad, cumhurbaşkanı iken Louis Bonaparte'ın Paris'te kalmakta olduğu Elysée sarayından gelmektedir. 

Eriha — Ürdün'de, Şeria vadisinde eski bir kent. Efsaneye göre, Eriha'nın duvarları, Yeşu'nun borazan sesleriyle yıkılmış. 

Eşleştirme [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Deneylerde bir çift deneğin bir veya daha fazla değişkene benzerliği yönünden eşleştirilmesi ve denek çiftlerinden birinin deney grubuna, diğerinin de kontrol grubuna atanması süreci. 

Etnografya Açıklamadan çok ayrıntılı ve doğru tanımlamaya odaklanan toplumsal yaşam hakkında rapor. 

Etnometodoloji [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] Dolaylı, genellikle konuşulmamış varsayım ve anlaşmalara odaklanan toplumsal yaşam araştırması. 

Evren Bulguları genellemek istediğimiz birimlerin tamamı. 


F 

Faktöriyel tasarım [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Farklı gruplara verilen birden fazla uyarıcının (bağımsız değişken) eş zamanlı olarak bir (veya daha fazla) bağımlı değişken üzerindeki etkisinin üzerinde ölçülmesi. 

Feuerbach, Ludwig(1804-1872). –Materyalist Alman Filozofu.Dünya görüşü onu mesleki kariyerini bırakmak ve sıkıntı içinde yaşadığı köye çekilmek zorunda bıraktı. 1841’de, açıkça materyalist olarak kendi ortaya koyduğu ilk yapıtı Hıristiyanlığın Özü’nü yayınladı. Hegel ve Marx arasında zincirin ara halkası olan Feuerbach, gerçekte 18. Yüzyıl materyalizminin bütün dargörüşlülüklerini ve bütün kusurları yenileştirmiştir. 

Fransa'da Sınıf Savaşımları (Marx) 1848-1850 adlı yapıtı, "1848'den 1849'a" başlığı altında bir dizi makaleden oluşmaktadır. Bu yapıt, Fransa'nın tarihinin tüm bir dönemini materyalist açıdan açıklamakta ve proletaryanın devrimci taktiklerinin en önemli ilkelerini ortaya koymaktadır. Yığınsal devrimci savaşımın pratik deneyimlerinden hareketle Marks, kendi devrim ve proletarya diktatörlüğü teorisini geliştirmiştir. İşçi sınıfının siyasal gücü elde etmesinin zorunluluğunu ortaya koyarken Marks, ilk kez "proletarya diktatörlüğü" terimini kullanmakta ve bu diktatörlüğün siyasal, ekonomik ve ideolojik görevlerini açığa çıkarmaktadır. İşçi sınıfı önderliğinde işçi-köylü ittifakı düşüncesini formüle etmektedir. İlk plana göre Fransa'da Sınıf Savaşımları dört makale içerecekti. "Haziran 1848 Yenilgisi", "13 Haziran 1849", "13 Haziranın Kıta Üzerindeki Sonuçları" ve "İngiltere'de Mevcut Durum". Ne var ki, bu makalelerden ancak üçü çıktı. Haziran 1849 olaylarının Kıta üzerinde yarattığı etkiler ve İngiltere'deki durum sorunu, Neue Rheinische Zeitung'daki öteki yazılarda ele alındı, özellikle Marks ve Engels'in birlikte yazdıkları uluslararası yorumlardı. Engels bu yapıtı 1895'te yayına hazırlarken, "Üçüncü Uluslararası Yorum"un Fransa'daki olaylarla ilgili kesimlerini dördüncü bölüm olarak yapıta ekledi. Engels bu bölüme "1850 Yılında Genel Oy Sisteminin Yürürlükten Kaldırılması" başlığını koydu. Bu ciltteki ilk üç bölümün başlıkları, dergide çıkan yazılardaki başlıklardır; dördüncü bölümün başlığı ise 1895 tarihli bastıdaki başlıktır.

Engels'in Fransa'da Sınıf Savaşımları, için yazmış olduğu giriş de, 1848-49 devriminin ve bu devrimden çıkan ve Marks'ın yapıtında yer alan derslerin tahlilinin büyük önemini gösterdikten sonra, Engels, bu girişin büyük bir kısmını proletaryanın sınıf savaşımında, özellikle Almanya'dakinden edinilen deneyimin sentezine ayırmıştır. Engels, bütün yasal araçlardan proletaryayı sosyalist bir devrime hazırlama uğruna devrimci bir biçimde kullanılması, demokrasi savaşımı ile sosyalist devrim savaşımının ustaca bağdaştırılması ve birinci görevin ikincisine tabi kılınması zorunluluğunu vurgulamaktadır. Yazdığı bu girişte Engels, somut tarihsel koşullara uygun düşen taktik yöntemler ve savaşım biçimleri kullanılmasını ve proletaryanın yeğlediği barışçı devrimci savaşım biçimlerinin yerine, egemen gerici sınıflar şiddete başvurduklarında, barışçı olmayan biçimlerin konulmasını öngören Marksist ilkeleri bir kez daha ortaya koymaktadır.

Bu girişin yayınlanmasından önce Alman Sosyal-Demokrat Partisinin yürütme organı, ısrarla, Engels'ten bu yazıdaki "aşırı-devrimci" havayı yumuşatmasını ve daha basiretli hale getirilmesini istedi. Engels, parti önderliğinin karasız tutumunu ve "tamamıyla yasal çerçeve içersinde hareket etme" çabalarını en sert bir biçimde eleştirdi. Ama yürütme organından gelen baskılar altında provalardaki bazı pasajları çıkarmak ve bazı formülasyonları değiştirmek zorunda kaldı. (Bu değişiklikler ve çıkarmalar konusundaki ayrıntılar dipnotlarda gösterilmiştir. Bu girişin bugüne kadar elde kalmış olan provaları ve asıl elyazmasına yapılan atıflar, metni ilk biçimine getirmeyi olanaklı kılmaktadır.)

Sosyal-demokrasinin bazı önderleri, girişin bu kısaltılmış metnine dayanarak Engels'i iktidarın yalnızca barışçıl yöntemlerle ele geçirilmesini savunan, koşullar ne olursa olsun barışçıl olan, "legalite quand même" aşığı olan bir kişi gibi gösterme girişiminde bulundular. Buna çok öfkelenen Engels, yazdığı girişin Neue Zeit'te tam olarak yayınlanmasında diretti. Ama, giriş, bu dergide ancak yazarın yukarda değinilen nedenlerle yapmak zorunda kaldığı kısaltmalarla yayımlandı. Bu kısaltılmış haliyle bile giriş, gene de devrimci özünü korumaktaydı.

Engels'in girişinin tam metni, ilk kez Fransa'da Sınıf Savaşımları, 1848-1850'nin Sovyetler Birliği'nde çıkan 1930 baskısında yayınlandı. 

Fronde — 1648-1653 arasında Fransız soyluları ve burjuvaları arasında mutlakiyete karşı etkin olan bir hareket. Aristokrasi arasındaki önderleri vasallarından ve yabancı askeri birliklerden gelen desteğe dayanıyorlar ve kendi amaçlarına ulaşmak için köylü isyanlarından ve kentlerdeki demokratik hareketlerden yararlanıyorlardı.

 
G 

Geçici Savlar (Feuerbach) – "Sınır, zaman, acı yoksa, nitelik, erke, tin, sevgi ateşi ve sevgi de yoktur. Sadece zorunluluk duyan varlık, zorunlu varlıktır. Gereksinmesiz bir varlık gereksiz bir varlıktır. ... Acısız bir varlık temelsiz bir varlıktır. Sadece acı çekebilen kişi var olmaya değimlidir. Sadece acı çeken varlık tanrısal bir varlıktır. Duygusuz bir varlık, varlıksız bir varlıktır."
Geleceğin Felsefesinin İlkeleri, "Kurgusal felsefenin özü, ussallaşmış, gerçekleşmiş ve güncelleşmiş Tanrının özünden başka bir şey değildir. Kurgusal felsefe, gerçek, tutarlı ve ussal dindir." (loc. cit., s. 129.)

21. paragrafına bakınız. Feuerbach orada özellikle şöyle yazar. "Hegelci diyalektiğin gizi, kısaca, daha sonra sırası gelince tanrıbilim adına felsefeyi yadsımak üzere, felsefe adına tanrıbilimin yadsınmasına dayanır. Başlangıç ve son olan tanrıbilimdir; ortada, ilk konumu yadsıyan felsefe bulunur; ama yadsımanın yadsınması olan da tanrıbilimdir." 

Feuerbach 29. paragrafta şöyle der: "Kendi karşıtının malına el uzatan düşünce... kendi doğal sınırlarını aşan düşüncedir. Düşünce, karşıtının malına el uzatıyor demek, düşünce, düşünceye değil, ama varlığa ait olan şeyi, kendisi için istiyor demektir. Oysa tekillik ve bireysellik varlığa, evrensellik de düşünceye ilişkindirler. Düşünce... evrenselliğin yadsınmasını... bir düşünce uğrağı durumuna getirir. Varlığı kendi dışında bırakan "soyut" düşünce ya da soyut kavram, durumuna gelir." (loc. cit. s. 17.) Ve 30. paragrafta şöyle der: "Hegel, düşüncede kendi kendini aşan bir düşünürdür — o şeyin kendisini, ama şeyin düşüncesinde kavramak ister; o düşüncenin dışına, ama düşüncenin ta içinde çıkmak ister: somut kavramını tasarlama güçlüğü de bundan doğar." 

"... çünkü sadece duyulur bir varlığın varolmak için kendi dışındaki şeylere gereksinmesi vardır. Solumak için hava, içmek için su, görmek için ışık, yemek için bitkisel ve hayvansal besinlere gereksinmem var; ama düşünmek için, hiç değilse dolayımsız olarak, hiç bir şeye gereksinmem yok. Soluyan bir varlık havasız düşünülemez, gören bir varlık ışıksız düşünülemez; ama düşünen varlık, — ben onu kendi başına kendisi için düşünebilirim. Soluyan varlık, zorunlu olarak kendi dışındaki bir varlık ile ilişkilidir; düşünen varlık ise, kendi kendisi ile ilişkili: o, kendinin öz nesnesidir, onun özü kendindedir, o kendi kendisi ile ne ise odur." (loc. cit., s. 131.) 

"Hegel'de düşünce, varlık'tır; düşünce özne, varlık da yüklem'dir. Mantık, düşünce öğesi içindeki, ya da kendi kendini düşünen düşünce, yüklemsiz özne olarak düşünce ya da aynı zamanda hem özne hem de kendi öz yüklemi olan düşüncedir."

Gemeinmensch (sıradan insan)Wigand's Vierteljahrsschrift, Bd. II, 1845, s. 193-205'te yayınlanmış olan Feuerbach'ın "Über das 'Wesen des Christenthums' in Beziehung auf den 'Einzigen und sein Eigenthum'" adlı makalesine değiniliyor. Bu makale şu sözlerle son bulmaktadır: "...Feuerbach İnsan'ın özünü yalnızca onun topluluğuna aktardığına göre, o toplumsal insan'dır, komünisttir."
 

Genişletilmiş örnek olay yöntemi [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Örnek olayların toplumsal kuramlardaki yanlışları bulmak ve bu kuramları geliştirmek için kullanıldığı teknik. 

Gizli içerik [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – İçeriğin esas anlamı. Gömülü kuram; Tümevarım yaklaşımıyla gözlemlerin sürekli karşılaştırılmasından bir kuram yaratmaya çalışan toplumsal yaşam araştırması. 

Görünür içerik [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Görünebilen, yüzeydeki içerik. 

Görüşme [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Görüşmecinin deneklere sorular sormasına dayanan veri toplama tekniği. 

Gözlem Birimi [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Veri toplama birimi, hakkında bilgi toplanacak ögeler seti. 


H 

Hıristiyanlığın Özü  Feuerbach'ın birinci bölümünde şunlar okunur: "Demek ki, insan, ancak kendi nesnesi ile alışveriş iledir ki, kendi kendinin bilincine varmış duruma gelir: nesnenin bilinci, insanın kendinin bilincidir. Sen insanı nesne ile tanırsın; onun [insanın -ç.] özü onda [nesnede -ç.] belirir: nesne onun açıklanmış özü, onun gerçek ve nesnel benidir. Ve bu, sadece tinsel nesneler için değil, duyulur nesneler için de doğrudur. Onun nesneleri oldukları için, ve taşıdıkları anlama göre, insandan en uzak nesneler bile, insansal özün açıklamalarıdırlar."


I
 

In partibus infidelium (kâfirler diyarında) — Hıristiyan olmayan ülkelerde salt adı var kendi yok piskoposluk bölgelerine atanan Katolik piskoposlara verilen ek bir ünvan. Bu deyim Marks'ın ve Engels'in yapıtlarında, çoğu kez, bir ülkedeki fiili durumu görmezden gelerek yurtdışında kurulmuş olan mülteci hükümetler için kullanılmaktadır.

İ 

İç geçerlik [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Deneysel sonuçlara dayanarak yapılan çıkarsamaların deney sırasında meydana gelenleri doğru olarak yansıtmama olasılığı. 

İçerik analizi [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Kayıtlı iletişim belgelerine dayalı araştırma. 

İdiografik model [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Nedenselliği bireysel örneklere ya da olaylara dayanarak açıklamaya çalışan model. 

İkincil analiz [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Daha önce yapılan bir araştırma için toplanan ve kullanılan verilerin farklı bir araştırma sorusunu yanıtlamak için kullanılması. 

İl Proletario – 1872'den 1874'e kadar Turin'de yayınlanmış olan bir İtalyan gazetesi; bakunincileri desteklemiş ve Genel Konseye ve Londra Konferansı kararlarına karşı gelmiştir. 

İmparatorluk Muhafızları — Eski Roma'da generalin ya da imparatorun kendisi tarafından beslenen ve çeşitli ayrıcalıklardan yararlanan muhafızları. Bunlar sürekli olarak iç kargaşalıklara katılmışlar ve sık sık da kendi adamlarını alaşağı etmişlerdi. Burada ise, 10 Aralık Derneği kastediliyor.

İngiltere'deki dokuz saatlik işgünü için verilen büyük savaş –1850'lerin sonundan itibaren İngiliz işçilerinin temel istemlerinden biri de dokuz saatlik işgünü olmuştur. Mayıs 187l'de, Newcastle'da, inşaat işçilerinin ve makinistlerin büyük bir grevi başladı. Bu grevin başını, sendikalara üye olmayan işçileri ilk kez olarak mücadeleye sokmuş olan Dokuz-Saat Birliği çekiyordu. Bu birliğin başkanı Barnett, Enternasyonalin Genel Konseyine başvurarak, grev kırıcılarının İngiltere'ye getirilmelerinin önlenmesini istedi. Genel Konseyin etkin desteği sayesinde bu sağlandı. Ekim 1871'de, işçilerin 54 saatlik iş haftası elde etmeleriyle, grev başarıya ulaştı. 

İntihal – Başkalarının yazılarından bölümler, dizeler alıp kendisininmiş gibi gösterme veya başkalarının konularını benimseyip değişik biçimde anlatma, aşırma.

İşçi Federasyonu – 1871 güzünde Turin'de kurulmuştu ve mazzinicilerden etkilenmişti. Ocak 1870'te proleter öğeler bu Federasyondan ayrıldılar ve sonradan Enternasyonale bir kesim olarak kabul edilen L'Emancipazione del Proletario adını taşıyan bir dernek kurdular. Bu derneği Şubat 1877'ye kadar gizli bir polis ajanı olan Carlo Terzaghi yönetmiştir. 

İşletimselleştirme [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Gerçek dünyada kavramları temsil eden ampirik gözlemlerin yapılmasıyla sonuçlanacak spesifik araştırma prosedürlerinin geliştirilmesi. 


J

Jean Jacques Rousseau, Du Contrat Social: ou principes du droit politique, Amsterdam 1762.


Journal des Débats politiques et littèraires — 1789'da Paris'te kurulmuş günlük bir Fransız burjuva gazetesi. Temmuz monarşisi sırasında hükümetin gazetesiydi, orleancı burjuvazinin organıydı. 1848 Devrimi sırasında gazete, karşı-devrimci burjuvazinin, düzen partisi denilen partinin görüşlerini dile getiriyordu.


K 

Kapsam geçerliği [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Bir ölçümün bir kavramın farklı anlamlarını kapsaması. 

Katılımcı eylem araştırması [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Hakkında araştırma yapılan deneklere araştırmanın amacı ve prosedürünün kontrolünü vermeyi savunan sosyal araştırma yaklaşımı. 

Kavramsallaştırma [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Bir terim kullanıldığında ne demek istendiğinin tanımlanması süreci.

Kendisi için Varlık-Fürsichsein (Hegel), "Kendine sonsuz dönüş" olarak, öbür-Varlık'ın yadsınması olarak tanımlar. Kendisi-için-Varlık, kendisini, kendisi olmayan her şeyden soyutlar. Hegel, Görüngübilim'de, "bu arı kendisi-için-Varlık soyutlaması"nın sözünü eder.

Kıta Sistemi — ya da kıta ablukası — 1806'da Napoléon I tarafından ilan edilmişti ve Avrupa kıtasındaki ülkelerle Büyük Britanya arasında ticareti yasaklıyordu. Napoléon'un Rusya'daki yenilgisinden sonra kaldırılmıştır. 

Kiliast (Yunanca "bin" anlamına gelen "khilias" söcüğünden) — İsa'nın bir ikinci kez yeryüzüne geleceğine ve bin yıllık bir hükümdarlık kuracağına ve o zaman, adalet, evrensel eşitlik ve refahın muzaffer olacağına ilişkin gizemli bir din inanışının savunucuları. 

Kodlama [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Ham veriyi standart forma dönüştürme süreci. 

Komünist Birlik Çağrısı — Marks ve Engels tarafından 1850 Martının sonlarında, yeni bir devrimci dalganın geleceğinden hâlâ umut var oldukları bir sırada yazılmıştır. Yaklaşan devrimde proletaryanın teori ve taktiklerini geliştirirken Marks ve Engels, küçük-burjuva demokratlarından ayrı olarak, bağımsız bir proletarya partisinin kurulması gereğini vurgulamaktadırlar. "Çağrı"daki temel yönlendirici düşünce, özel ve yeni bir toplum kuracak olan "devrimin sürekliliği" düşüncesidir.

"Merkez Komitesinin Çağrısı", Komünist Birlik üyeleri arasında gizli olarak dağıtılmıştır. Tutuklanan bazı Birlik üyelerinin üzerinden çıkan bu belge, 1851'de Alman burjuva gazetelerinde ve polis görevlileri Wermuth ve Stieber tarafından yazılan bir kitapta yayınlandı.

"Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı"nın metni, K. Marx and F. Engels, Selected Works, (Progress Publishers, Moscow, 1969, Vol. I, s. 175-185) 

Kontrol grubu [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Deneysel uyarıcının uygulanmadığı, diğer yönlerden deney grubuna benzeyen bir grup denek. 

Körleme deney [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Ne deneklerin ne de deneyi yapanların hangi grubun kontrol, hangisinin deney grubu olduğunu bilmemeleri. 

Kuram [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Birtakım olguları veya olgusal ilişkileri açıklayan kavramsal sistem. Ampirik gerçeklik hakkında mantıksal olarak birbiriyle ilişkili bir dizi önerme.
Kurumsal etnografya [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Kurumlarda çalışan bireylerin kişisel deneyimlerinin kurumdaki güç ilişkilerini ve kurumun diğer özelliklerini ortaya çıkarmak için kullanıldığı araştırma tekniği. 

 

L 

Lahey Kongresi (Uluslararası İşçi Birliğinin) —2-7 Eylül 1872 tarihleri arasına yapıldı. Aralarında kongrenin bütün çalışmalarını yönlendiren Marks ve Engels'in de bulunduğu 15 ulusal örgütten 65 delege katıldı. Kongre, Marks'ın, Engels'in ve yandaşlarının işçi sınıfı hareketi içersindeki her türden küçük-burjuva sekterliğine karşı yıllardır yürüttükleri mücadelenin doruğuna ulaşmasına tanık oldu. Anarşistlerin sekter eylemleri suçlandı ve önderleri Enternasyonal'den atıldılar. Lahey Kongresi'nin kararları çeşitli ülkelerde işçi sınıfının bağımsız siyasal partilerinin kurulmasına giden yolu açmış oldu. 

La Presse — 1836'dan 1839'a kadar Paris'te yayınlanan günlük bir Fransız gazetesi; 1840'larda küçük-burjuvazinin istemleri ılımlı anayasal reformlarla sınırlı olan kesiminin görüşlerini dile getiriyordu; 1850'lerde ise ılımlı cumhuriyetçilerin gazetesiydi. 

La National — 1830'dan 1851'e kadar Paris'te çıkan günlük bir Fransız gazetesi; ılımlı burjuva cumhuriyetçilerin organı. Bunların Geçici Hükümetteki esas temsilcileri Marrast, Bastide ve Garnier Pagès idi. 

La Revoıution Sociale – Ekim 1871'den Ocak 1872'ye kadar Cenevre'de yayınlanan haftalık bir Fransız gazetesi, Kasım 1871'den itibaren anarşist Jura Federasyonunun resmi organı. 

La Solidarité – Nisan-Eylül 1870'te. Neuchâtel'de, ve Mart- Mayıs 1871'de Cenevre'de Fransızca olarak çıkan bakuninci bir haftalık gazete. 

L'Assemblée nationale — Monarşist meşruiyetçi eğilimde günlük bir Fransız gazetesi; 1848'den 1857'ye kadar Paris'te yayınlanmıştır. 1848 ile 1851 arasında meşruiyetçiler ile orleancıların birleşmelerini desteklemiştir. 

Lazzaroni — İtalya'da deklase, lümpen-proleter öğelere verilen ad; Lazzaroni, gerici-monarşist çevreler tarafından liberal ve demokratik hareketlere karşı kullanılıyordu. 

Le Figaro – 1854'ten itibaren Paris'te yayınlanmaya başlayan İkinci İmparatorluk hükümetine bağlı gerici bir Fransız gazetesi. 

Le Gaulois – Tutucu-monarşist bir günlük gazete, büyük burjuvazinin ve aristokrasinin organı; 1867'den 1929'a kadar Paris'te yayınlanmıştır. 

Le Messager de l'Assemblée — 16 Şubar - 2 Aralık 1851 tarihleri arasında Paris'te yayınlanan Bonaparte'a karşı, günlük Fransız gazetesi

Le Progrè - Aralık 1868'den Nisan 1870'e kadar, Locle'de, Guillaume'un yönetimi altında Fransızca olarak yayınlanmış bakuninci bir gazete.

Le Travail –  Enternasyonalin Paris kesiminin haftalık organı; 3 Ekim-12 Aralık 1869 tarihleri arasında Paris'te yayınlanmıştır. 

Les Révolutions de France et de Brabant  Camille Desmoulins tarafından çıkarılan haftalık gazete. Mart, Nisan ve Mayısı kapsayan ikinci trimestre. Paris, yıl I, n° 16, s. 139 vd.; n° 26, s. 520 vd.. Kasım 1789-Temmuz 1791 arasında yayımlanan bu haftalık, her şeyden önce bir yergiler dizisiydi.

Licinius (MÖ 350 sıraları) —Sextius ile birlikte (MÖ 367'de) plebyenlerin yararına yasalar yayınlayan bir halk tribünü. — Bu metinler gereğince, hiçbir Roma yurttaşının devlet mülkü toprakların (ager publicas) 500 jugers (yaklaşık olarak 125 hektar)'dan fazlasını mülk edinmeye hakkı yoktu. MÖ 367'den sonra plebyenlerin "toprak açlığı", askeri fetihler sayesinde kısmen giderildi. Bu fetihlerle ilhak edilen toprakların bir kesimini paylaştılar. 

Londra Konferansı (1.Enternasyonal) — 17-23 Eylül 1871 tarihleri arasında toplandı. Konferans, Paris Komününün yenilgiye uğramasından sonra, Enternasyonal üyeleri üzerinde amansız bir baskı olduğu sırada yapıldığı için, üye sayısı epey azdı: konferansa 22 delege katılmıştı, bunlardan 10'unun oy ve söz hakkı, 10'unun da yalnızca söz hakkı vardı. Delege gönderememiş olan ülkeler, bu ülkelerin Genel Konseydeki sekreterleri tarafından temsil olunuyordu. Marks Almanya'yı, Engels de İtalya'yı temsil ediyorlardı.

Londra Konferansı, Marks ve Engels'in bir proleter partinin kurulması yolunda girişmiş oldukları mücadelede önemli bir aşama olmuştur. Konferans "İşçi Sınıfının Siyasal Eylemi"ne ilişkin bir karar kabul etti. Bu kararın temel bölümü, Enternasyonalin Lahey Kongresinin kararı uyarınca, Uluslararası İşçi Birliğinin Genel Tüzüğüne alındı. Konferans kararlarında proleter partinin birçok önemli taktik ve örgütsel ilkeleri formüle edilmekteydi. Bu ilkeler, sekterliğe ve reformizme ağır darbeler indirmiştir. Londra Konferansı, anarşizm ve oportünizm karşısında proleter partizanlığın ilkelerinin yüceltilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır.

Genel Konseye, İngiltere için bir Federal Konsey kurma talimatı verdi, çünkü 1871 güzüne kadar bu işlevi yerine getiren Genel Konseyin kendisiydi. Enternasyonalin İngiliz kesiminin temsilcilerinden oluşan İngiliz Federal Konseyi, Ekim 1871'de kuruldu. Ama daha baştan, Hales'in başını çektiği bir grup reformcu, Konseyin önderleri arasına sızmanın yolunu buldu ve Genel Konseye ve onun İrlanda sorunu konusundaki proleter enternasyonalizmi politikasına karşı bir kampanya başlattı. Hales ve öteki reformcular, bu mücadelelerinde, İsviçreli anarşistlerle, Birleşik Devletler'in burjuva reformcularıyla, vb. işbirliği yaptılar. Lahey Kongresinin ardından, İngiliz Federal Konseyinin reformcu kanadı, Kongre kararlarını tanımayı reddetti ve bakunincilerle birlikte, Genel Konseye ve Marx'a karşı iftiracı bir kampanyaya girişti. Reformcular, Marx ve Engels'i etkin bir biçimde destekleyen öteki Federal Konsey üyelerinin muhalefetiyle karşılaştılar. Aralık 1872'nin başlarında, Federal Konseyde bir bölünme oldu; Lahey Kongresi kararlarına bağlı kalan bazı Konsey üyeleri kendilerinden oluşan bir İngiliz Federal Konseyi oluşturdular ve New York'a taşınmış bulunan Genel Konseyle doğrudan ilişki kurdular. Reformcuların İngiliz Federasyonunun yönetimini ele geçirme girişmeleri böylece sonuçsuz kaldı.

İngiliz Federal Konseyi, Enternasyonalin faaliyetlerinin bir bütün olarak sona erdiği ve oportünizmin İngiliz işçi sınıfı hareketi içerisindeki geçici bir zafer kazandığı 1874 yılına kadar fiilen varoldu. 

Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire’i1848'den 1851'e kadar Fransa'daki devrimci olayların somut tahliline dayanarak yazılmış olan bu yapıt, marksist yapıtların en önemlilerinden birisidir. Bu yapıtında Marks, tarihsel materyalizmin bütün temel öğretilerini -sınıf savaşımı ve proleter devrimi, devlet ve proletarya diktatörlüğü teorilerini- daha da geliştirmektedir. Özellikle önemli olan nokta, Marks'ın, proletaryanın burjuva devletine karşı takınacağı tutum konusunda ulaştığı sonuçtur. Marks, "Bütün devrimler bu mekanizmayı parçalayacakları yerde onu yetkinleştirmişlerdir" diyor. Lenin bu sözleri, marksist devlet öğretisinin en önemli önermesi olarak görmektedir.
 
Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'inde Marks, gelecek devrimde işçi sınıfının potansiyel müttefiki olarak köylülük sorununu tahlil etmeyi sürdürmüş, toplum yaşamında siyasal partilerin oynadıkları rolün anahatlarını çizmiştir.
Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'inin bu ciltte yeralan Türkçe metni, Fransızcasından çevrilerek (K. Marx, Le 18 Brumaire de Louis Bonaparte, Editions Sociales, Paris 1963), Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i adı ile Sol Yayınları tarafından Mayıs 1976'da yayınlanmıştır. 

Lozan Kongresi (1.Enternasyonal) – 2-8 Eylül 1867'de toplanan bu kongre de, Genel Konseye karşın, prudoncular, kendi gündemlerini kabul ettirdiler; Kongre, kooperatif çalışma, kadın emeği, eğitim gibi, Kongrenin dikkatini Genel Konseyin önerdiği önemli sorunlar üzerinde yoğunlaştırmaktan alıkoyan önemsiz sorunları bir kez daha tartışmak zorunda kaldı. Her ne kadar prudoncular kendi kararlarından bazılarının kabul edilmesini sağladılarsa da, Enternasyonalin yönetimini ele geçiremediler o Kongre, Genel Konseyi eski bileşimiyle tekrar seçti ve Londra'da kalmasını kararlaştırdı. 

Lyons ayaklanmasıSedan yenilgisinin haber alınmasıyla 4 Eylül 1870'te başladı. Bakunin, 15 Eylül'de Lyons'a gelerek hareketin önderliğini ele geçirmeye ve kendi anarşist programını uygulamaya kalkıştı. 28 Eylül günü yandaşları bir hükümet darbesi girişiminde bulundular, ama işçiler desteklemediğinden ve belirli bir eylem planına sahip olmadıklarından bu girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı.

M  

Meşruiyetçiler — Büyük topraklı soyluların çıkarlarını temsil eden ve 1830'da devrilmiş olan "meşru" Bourbon hanedanı yandaşları, Finans aristokrasisine ve büyük burjuvaziye dayanarak hüküm sürmekte olan Orleans hanedanına (1830-48) karşı savaşımlarında, meşruiyetçilerin bir kesimi toplumsal demagojiye sığınmış ve kendilerini burjuvazinin sömürüsüne karşı çıkan halkın savunucusuymuş gibi göstermeye kalkmışlardır. 

Montanyarlar - Fransız Devrimi sırasında Konvansiyon Meclisi'nin en üst ve en soldaki sıralarında oturan milletvekillerine ve II. Cumhuriyet dönemindeki aşırı solcu milletvekillerine verilen ad. Konvansiyon Meclisi'nde, bulundukları yerden ötürü bu milletvekillerine Fransızcada "dağlılar" anlamına gelen "Montagnards" denmiştir. Başlangıçta sayıları az olan Montanyarlar, 1793 başlarında meclisin üçte birinden fazlasını oluşturuyorlardı. Bir siyasî parti oluşturmayan ve siyasî bir bütünlük göstermeyen bu topluluğun içinde başta Danton, Robespierre ve Marat olmak üzere Desmoulins, Collot d'Herbois, Billaud-Varenne, Couthon, Saint-Juste gibi kimseler vardı. Daha çok burjuvaziye ve "baldırı çıplaklar"a (sans culottes) dayanıyorlardı. Dıştaki yenilgiler, kral sorunu gibi siyasî olayları değerlendirerek Jirondenlere karşı güç kazandılar. Kordelyeler'in (Cordeliers) ve Jakobenler'in (Jacobins) kulüplerinin denetimini ele geçirerek Devrim Mahkemesi'nin (10 Mart 1793), Devrim ve Denetleme Komiteleri'nin (21 Mart 1793) ve Genel Kurtuluş Komitesi'nin kurulmasını sağladılar ve bunların yönetimlerini üstlendiler. "Baldırı çıplaklar" Jirondenleri saf dışı edince de iktidara geldiler. Bu durum kendi aralarındaki bütün anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmasına neden oldu.

Sağdan ve soldan gelen eleştiriler karşısında Marat ve Danton dışlandılar. Bundan sona Montanyarlar, Robespierre'in önderliğinde bir süre için birleştiler. Fakat güçlü ve birleşik muhalefet karşısında dayanamayıp 1794'te devrildiler. Geri kalan Montanyarlar 1795 ayaklanmalarında öldürüldüler. Fransa'daki II. Cumhuriyet dönemindeki aşırı sol eğilimli milletvekillerine de Montanyarlar denmiştir. Ledru-Rollin, Felix Pyat ve Delescluze en önemlileridir. Seçimlerde bozguna uğramalarından sonra gizli örgütlenmelerle çalıştılar ve Louis Napoléon Bonaparte'ın darbesi sonunda tasfiyeye uğradılar.

 
N

Neçayev duruşması – Gizli devrimci eylemlerde bulunmakla suçlanan öğrenciler aleyhine açılmış olan dava. Temmuz-Ağustos 1871 tarihlerinde St. Petersburg'da bakıldı. Neçayev, Bakunin'le daha 1869'da ilişki kurmuş ve bazı Rus kentlerinde Narodnaya Rasprava adlı bir gizli dernek kurma yolunda eyleme geçmişti. Bu dernek "mutlak yıkım" biçimindeki anarşist düşünceleri yayıyordu. Devrimci düşünceye sahip öğrenciler ve orta sınıf aydınları, çarlık rejimini kıyasıya eleştirdiği ve ona karşı kesin bir mücadeleye girişilmesini savunduğu için onlara çekici gelen Neçayev'in bu örgütüne katıldılar. Neçayev, Bakunin'den Avrupa Devrimci Birliği diye bir örgüte ait bir temsilcilik belgesi almış ve kendisini Enternasyonalin temsilcisi olarak yutturmak için bundan yararlanmış ve böylelikle kendi örgütünün üyelerini kandırmıştır. 1871'de Neçayev örgütü parçalanmış ve bu örgütün kullandığı maceracı yöntemler, üyelerinin yargılanmaları sırasında açıkça ortaya çıkmıştır.

Londra Konferansı, Utin'e, bu yargılama konusunda kısa bir rapor hazırlama görevini vermişti. Utin, böyle bir rapor yerine, Enternasyonalin Lahey Kongresi için, Ağustos 1872'nin sonlarında, Bakunin'in ve Neçayev'in Enternasyonale karşı yürüttükleri faaliyetlere ilişkin Marx'a özel mektup biçiminde bir rapor göndermiştir.
 


Neue Oder-Zeitung — 1849'dan 1855'e kadar bu ad altında Breslau'da yayınlanan bir günlük burjuva-demokratik Alman gazetesi. 1855'de Marks bu gazetenin Londra muhabiriydi.
Neue Rheinische Zeitung, Politisch-Ökonomische Revue — Marks ve Engels tarafından Aralık 1849'da kurulmuş ve yayınına Kasım 1850'ye kadar devam etmiş olan bir dergi. Komünist Birliğin teorik ve siyasal organıydı, Hamburg'da basılıyordu. Altı sayı çıkmıştır. Yayınına polis baskısı ve mali sıkıntı yüzünden son verilmiştir. 

Neuer Social-Demokrat - 1871'den 1876'ya kadar Berlin'de çıkan bir Alman gazetesi, lasalci Genel Alman İşçileri Birliğinin organı; bakuninci ve öteki anti-proleter eğilimleri destekleyerek, Enternasyonalin marksist önderlerine ve Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisine karşı bir kampanyaya girişti. 

New Poor Law 1834'te Workhouse'ları kuran bu ünlü yasa, Elizabet'in 43. saltanat yılı olan 1601 tarihini taşıyan yoksulluk üzerindeki yasayı değiştiriyordu. 

Niteliksel görüşme [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Görüşme yapılan kişiyle görüşme yapan kişi arasında görüşmecinin genel planı olması, ancak hangi soruların hangi sırada ve hangi sözcükler kullanılarak sorulacağının belirlenmediği görüşme biçimi. 

Nomotetik model [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Nedenselliği kısmi olarak açıklayan az sayıda değişkeni ortaya çıkarmaya çalışan ve olasılıkçı olan model. 

Norman istilası — Normanlar İngiltere'yi 1066'da, Napoli'yi de 1130'da istila etmişlerdi.

O 

Orleancılar 19. Yüzyılın ilk yarısında Fransız burjuvazisinin monarşiden yana olan iki partisine değiniliyor: Meşruiyetçiler ve orleancılar. [Orleancılar — 1830 Haziran devrimi ile iktidara gelen ve 1848 Devrimi ile devrilen Bourbon hanedanı yandaşları. Bunlar mali aristokrasinin ve büyük burjuvazinin çıkarlarını temsil ediyorlardı. İkinci Cumhuriyet döneminde (1848-51) meşruiyetçiler ve orleancılar birleşik tutucu "düzen partisi"nin çekirdeğini oluşturdular.]

Ö 

Öge [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Hakkında bilgi toplanan, örneklem seçiminde kullanılan ve analizin temelini oluşturan birim. 

Ölçme [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Nesneleri ve olayları bir değişkeni oluşturan özellikler aracılığıyla tanımlamak için gerçek dünyanın dikkatle ve istendik bir biçimde / kasıtlı olarak gözlenmesi. 

Ölçüm geçerliği [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Kavramsal ve işletimsel tanımların birbirine uygun olması. 

Ön test [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Bağımsız değişkene maruz kalmadan önce bir bağımlı değişkenin ölçümü. 

Örneklem arası [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Evren büyüklüğü / örneklem büyüklüğü. 

Örneklem birimi [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Örneklemin belli aşamalarında seçim için düşünülen öge ya da ögeler seti. 

Örneklem çerçevesi [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Örneklemin ya da örneklemin belirli bir aşamasının seçileceği örneklem birimlerinin geçerli listesi. 

Örneklem oranı [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Örneklem büyüklüğü / evren büyüklüğü. 

Örneklem [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Evreni oluşturan birimler arasından seçilen ve evreni temsil ettiği varsayılan daha küçük birimlerin toplamı. 

Öz [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri]  Bir makalenin/bildirinin ana temasını, araştırma sorusunu, yöntemini, bulgularını ve sonuçlarını 200-300 kelimeyle açıklayan metin.


P 

Parametre [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Verilen bir değişkenin evrendeki özet tanımı.

Paris Journal – Polisle bağlantıları olan günlük gerici bir gazete; 1868'den 1871'e kadar Paris'te Henri de Pène tarafından çıkartılmıştır. Enternasyonale ve Paris Komününe iftiralarda bulunmuştur. 

Parlamento 18. yüzyıl sonundaki burjuva devriminden önce yüksek adli organlardı. Krallık kararnamelerini düzenlerdi ve sözüm ona krala uyarıda bulunma, ülkenin örf ve yasalarına uymayan kararnameleri protesto etme hakkına sahipti. 

 
Q
R 

Rastgele atama [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] Deneyde yer alan deneklerin deney ve kontrol gruplarına rastgele atanması tekniği. 

1814-30 Restorasyonu — Fransa'da Bourbon hanedanının ikinci kez tahtı elde bulundurduğu dönem, soyluların ve kilisenin çıkarlarını koruyan Bourbon'ların gerici rejimi, 1830 Temmuz devrimiyle yıkılmıştır. 

Robin, PaulNisan 1870'te, Paris Federal Konseyine, Latin Federal Komitesi olarak La Chaux-de-Fonds'da yapılan bir kongrede anarşistler tarafından kurulmuş olan Federal Komiteyi tanımasını önermişti. Genel Konseyin, Paris Federal Konseyi üyelerine, İsviçre'deki bölünmenin ne anlama geldiğini açıklamasından sonra, Paris Federal Konseyi, bu konu Genel Konseyin yetki alanına girdiği için, müdahale etme hakkına sahip olmadığına karar verdi.

S  

Sınıf (Alm. Klasse; Fr. Classe; İng. Class) Sınıf kavramı hem Marksist kuram hem de sosyal bilimler açısından en önemli kavramlardan biridir. Aynı zamanda, kavramın, gerek anlamı gerekse kapsamı itibariyle son derece tartışmalı bir geçmişi olduğunu da söyleyebiliriz. Bu tartışmalarda, sınıf kavramına merkezi bir rol tanıyan okullar kadar, sınıfı toplumsal yapının herhangi bir değişkeni olarak değerlendirenler, hatta sınıf olgusunu doğrudan reddedenler de bulunmaktadır. Sonuç olarak, özellikle Marksizmin ortaya çıkışından itibaren, toplum üzerine düşünen her kuramın ve kuramcının, kimi zaman alternatif bir yöntem önermek için, kimi zaman da reddetmek için dahi olsa sınıf kavramının çekiciliğinden kurtulamadığı görülebilir.


Marksist kuram içinde ise sınıf kavramı hakkında yürütülen tartışmaların özel bir anlamı vardır. Marksizmin siyasal mücadele ile kopmaz bağları olması nedeniyle, sınıf kavramı üzerine yürütülen her tartışma, mevcut koşullardaki siyasal mücadelenin strateji ve taktiklerine yönelik belirgin sonuçlar yaratmıştır. Kimi zaman da, söz konusu koşullarda uygulanması düşünülen siyasal mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda, sınıf kavramına ilişkin revizyonlar önerilmiştir. Bütün bu tartışmaları özetlediğimizde, iki ana eksen üzerinde farklılaşan ve sınıfı dar ya da geniş kapsamıyla ve nesnel ya da öznel oluşumuyla tanımlamayı tercih eden konumların ortaya çıktığını söyleyebiliriz.


Birinci eksen üzerinde yürüyen tartışmalara baktığımızda, sınıfı fiili olarak sanayi sektöründe istihdam edilen ve artı-ürün üreten mavi yakalı kesimlerle sınırlayan dar bir yorumun karşısında, verili andaki istihdam biçimine bakmaksızın sınıfı üretim araçlarının mülkiyetinden yoksunluk ölçütüyle tanımlayan geniş bir yorumun var olduğunu görebiliriz. Oysa, Marx’ın özgün eserlerine baktığımızda, sınıfın en önemli özelliğinin üretim araçlarından yoksun bırakılmışlık anlamında mülksüzleşme ve buna bağlı olarak kapitalizm koşullarında piyasaya sürebileceği emek-gücü sahipliği olduğu açıktır. Başka bir deyişle, bir işçi kapitalizm öncesine ait her tür yükümlülük ve bağdan kurtulup sermaye sahibiyle “özgür” bir iş akdi yapabildiği sürece, emek-gücünün hangi sektörde değerlendirildiğinin, emek-gücünün karşılığının ne tür bir ücret rejiminde alındığının, hatta emek-gücünün bir istihdam-ücret zinciriyle fiilen realize edilip edilmediğinin sınıf tanımında belirleyici bir rolü yoktur. Bu anlamda, Marx’ın özgün değerlendirmesinin, burada sınıfın geniş yorumu olarak adlandırdığımız eğilimle ortaklaştığını söylememiz mümkündür.


İkinci eksen üzerinde yürüyen tartışmalar ise, ağırlıklı olarak sınıfın üretim süreci içindeki konumu (üretim araçlarından yoksun bırakılmışlık, mülksüzleşme) ile tanımlanmasını öneren nesnellik öncelikli bir yorum ile sınıfı nesnel konumundan çok verili bir andaki siyasal-ideolojik yönelimleriyle tanımlamayı öneren öznellik öncelikli bir yorum arasında sürmüştür. Sınıfı sahip olduğu siyasal-ideolojik tercihlerle tanımlamanın, tarihsel materyalizmin temel ilkeleriyle açık bir uyuşmazlık yaratmasının ötesinde, her özel konjonktürde değişebilecek kadar hareketli bir alandan çıkarsanan ölçütlerin, görece kalıcı olması gereken bir tanım için yeteri kadar işe yarar olmayacağını söyleyebiliriz. Yine Marx’a döndüğümüzde, sınıfın verili bir andaki mevcut siyasal-ideolojik yönelimlerinin sınıf tanımının yerine konmadığını, hatta sınıf çıkarlarıyla çelişen siyasal-ideolojik tercihlerin varlığının bir mücadele konusu haline getirildiğini, bu anlamda sınıf tanımının belirleyici ölçütlerinin üretim araçlarından yoksunluk ve emek-gücü sahipliği olduğu açıktır.


Kuşkusuz, sınıf kavramına ilişkin tartışmalar bu kısa özette ortaya konulduğu kadar yüzeysel ve basit değildir. Üstelik genel kuram düzeyinde ayrıştırılan birçok özelliğin, daha somut çözümleme ölçeklerine inildiğinde iç içe geçtiğini ve karmaşıklaştığını belirtmeliyiz. Bu anlamda, sınıf kavramına ilişkin tanımlama çabaları, belirgin zorluklar da içermektedir. Zorlukların başlıcası, toplumsal yapının karmaşıklığı ve saydamlıktan uzak oluşudur. Bu nedenle sınıf yapılarının ve ilişkilerinin nerede başlayıp nerede bittiğini saptamak zorlaşmakta, toplumsal formasyon düzeyine yaklaşıldıkça sınıf ilişkileri karmaşıklaşmaktadır. Üstelik, Marx’ın doğrudan sınıf başlığı altında çok az eseri bulunması, Marksistleri özgün metinlerden ve Marx’ın yöntemsel önermelerinden çeşitli çıkarsamalarla ilerlemek durumunda bırakmaktadır. Yine de, bütün bu zorluklara karşın, elimizde oldukça açıklayıcı ve tutarlı bir Marksist sınıf anlayışı olduğunu söylememiz mümkündür.


Her şeyden önce, Marx’ın özgün katkısının sınıfların ya da sınıf mücadelelerinin varlığını göstermesinde değil, sınıf ayrışması ile üretim ilişkileri arasındaki bağı bilimsel olarak çözümlemesinde yattığını görmek gerekmektedir. Demek ki, Marx, öncellerinden farklı olarak, sınıfların varlığının insan toplumlarının gelişimindeki belirli evrelerden kaynaklandığını, bu evreler aşıldığı zaman sınıf ayrışmasının da yok olacağını ilk kez ortaya atan isimdir. Daha özel olarak kapitalist topluma yönelik çözümlemelerinde ise, kapitalizmin sınıflı toplumların en açık ve en son biçimi olduğunu, kapitalizmde temel çelişkinin işçi sınıfı ile burjuvazi arasında olduğunu ve toplumsal yapıyı sınıf eşitsizliklerinden kurtarabilecek tek grubun da işçi sınıfı olduğunu göstermiştir. Marksist kuramda işçi sınıfına tanınan ayrıcalıklı konumun en önemli nedeni budur.


Fakat, Marx için, işçi sınıfının önemi başka olgulardan da kaynaklanmaktadır. İlk olarak, işçi sınıfı, sınıflı toplumlar tarihinde görülmemiş biçimde, kendi egemenliğinde hiçbir toplumsal grubu ya da başka bir sınıfı sömürmekte çıkarı olmayan, bu nedenle de kendisiyle birlikte tüm insanlığı özgürleştirecek olan “evrensel” sınıftır. Ayrıca, kapitalizmin ardından gelecek sosyalist toplumda en dolaysız ve gerçek çıkarı olan sınıf da işçi sınıfıdır. Son olarak, işçi sınıfı, kapitalizmin yıkılmasını ve giderek insanlığın evrensel özgürleşmesini hayata geçirebilmek için gerekli stratejik tarihsel güce sahip tek toplumsal gruptur.


Bir başka açıdan baktığımızda ise Marksist kuramda işçi sınıfının ayrıcalıklı konumunu haklılaştıran kimi yöntemsel özellikler de görmekteyiz. Diğer bir deyişle, Marx, kendi kuramını oluştururken yoksulluğu, düşük ücretleri ya da sağlıksız toplumsal koşulları nedeniyle değil, sınıf kavramının toplumsal yapının çözümlenmesindeki açık üstünlüğü nedeniyle de işçi sınıfına merkezi bir yer vermiştir. Zira Marx’a göre, sınıflı toplum deyişi, içerisinde sınıfların olduğu toplumdan çok, ancak sınıf ilişkilerinin belirleyici olduğu bir bakış açısıyla anlaşılabilecek bir tarihsel yapıyı ifade eder. Dolayısıyla, tarihsel ve toplumsal bir formasyon olarak kapitalizm, barındırdığı özgün sınıfsal yapının karakterinin ve buradan kaynaklanan sınıf mücadelelerinin çözümlenmesi sayesinde anlaşılabilir. Bu anlamda, sınıf kavramı, kuramsal ve felsefi olduğu kadar, tarihsel, sosyolojik ve siyasal nitelikler de taşır.


Marx’ın belirleyici ölçütünün üretim araçlarından yoksunluk ve emek-gücü sahipliği olduğunu hatırlarsak, Marksist sınıf yaklaşımında önceliğin, insanların üretim ilişkileri içindeki konumunda olduğu açıktır. Bir başka anlatımla, Marx’a göre, sınıfsal oluşumun ilk uğrağı üretim ilişkileri içindeki nesnel konumdur. İnsanların üretim araçlarıyla kurdukları ilişkiler üzerinden tanımlanan sınıf kavramı, bu anlamda, sınıfın kimleri kapsadığından çok, sınıfsal ayrışmayı yaratan sömürü ve üretim sürecine odaklanmaktadır. Dolayısıyla, üretim araçlarından yoksun bırakılarak mülksüzleştirilmiş ve piyasada emek-gücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayan insanlar nesnel olarak aynı sınıfın üyeleridir. Bu nesnel konum, sınıf aidiyetini belirlediği kadar, sınıf çıkarının da üzerinde tanımlanacağı tek gerçek zemindir.


Aynı ilkeden hareketle, sınıf içi farklılaşmaların da sınıf tanımında belirleyici rolü olmadığını söyleyebiliriz. Marx’a göre, sınıf yapısı toplumsal işbölümünden kaynaklanan bir tarihsel ayrışmadır. Bu ayrışmanın ölçütü ise üretim araçlarına sahiplik ya da onlardan yoksunluktur. Toplumsal işbölümünden farklı olarak, üretim sürecinin ihtiyaçları doğrultusunda biçimlenen ve buna bağlı olarak değişkenlik gösterebilen teknik işbölümü ise, sınıf içi farklılaşmaların en önemli nedenidir. Bu anlamda, sınıf içi meslek, ücret, statü farklılıkları ve sektörel yoğunlaşmalar, sınıf tanıma dahil edilebilecek ölçütler değil, verili andaki sermaye birikim biçiminin ihtiyaçları doğrultusunda oluşmuş değişkenlerdir. Dolayısıyla, Marx’ın sınıfı türdeş değil, değişik katmanlar ve bölünmeler içeren tarihsel bir oluşum olarak gördüğünü; üretken emek – üretken olmayan emek, kol emeği – kafa emeği, mavi yakalı – beyaz yakalı gibi ayrımları sınıf tanımının belirleyici ölçütleri olarak değil, emeğin farklı işlevleri, etkinlikleri ve örgütlenmesi biçiminde değerlendirdiğini söylemek mümkündür.


Marx’ta bulunan “kolektif işçi” ya da “sömürülebilir emek-gücü” gibi kavramlar da, sınıf tanımının kapsamı hakkında fikir verebilecek durumdadır. Sektör ya da ücret farklılıkları gibi olgular karşısında farklı bir sınıf tanımına gitmek yerine, mülksüzleşme ve emek-gücü sahipliğini öne çıkaran Marx, kapsayıcı bir kategori olarak kolektif işçi kavramını önermiştir. Benzer biçimde, üretim sürecinde fiili olarak istihdam şansı bulamayan kesimleri de sömürülebilir emek-gücü kavramıyla tanımlayarak, sınıf kavramının kapsamını geniş tutmaya özen göstermiştir. Baştan bu yana değinildiği gibi, kavramın kapsamını geniş tutmak yönündeki çabaların temelinde ise, sınıfın üretim araçlarından yoksunluk ve emek-gücü sahipliği ölçütleriyle tanımlanması yatmaktadır
.

Elbette, Marksist sınıf kuramının ele alınması gereken daha birçok özelliği vardır. Ayırt edici özelliklerinden biri de, sınıfın tarihsel bir oluşum olarak tanımlanmasıdır. Bu, sınıfın, genel olarak sınıflı toplumlara, özel olarak da kapitalist üretim tarzına ait bir olgu olmasının yanı sıra, olmuş bitmiş bir yapıyı değil, devamlı hareket halindeki bir süreci ifade ettiğini de söylemektedir. Bu anlamda sınıf, durağan ve sabit bir toplumsal katman değil, ilişkisel ve hareket halindeki bir tarihsel oluşumdur. O halde, sınıfların tek tek ve ayrıksı olarak incelenmesi mümkün değildir; Marksist kuramda sınıflar üretim ilişkileri içerisindeki karşılıklı ilişkileriyle ve tarihsel süreç içinde ele alınıp çözümlenmelidirler.


Ayrıca sınıfa ilişkin çözümlemeler, farklı soyutlama düzeylerinde çeşitlilik göstermektedir. Marx’ın temel ölçütleri olarak tanımladığımız üretim araçlarından yoksunluk ve emek-gücü sahipliği, bu anlamda, sınıfın üretim tarzı düzeyinde tanımlandığı evrensel ölçekte bir kavramsal soyutlama olarak görülmelidir. Bunun ötesinde, sınıfın belirli bir ülkede ve tarihsel süreçte geçirdiği oluşum sürecini çözümlemek için, toplumsal formasyon düzeyine inmek ve çözümlemeyi sürdürmek gereklidir. Aksi takdirde, sınıf içi farklılaşmalardan ideolojik-siyasal yönelimlere kadar birçok değişken çözümlenemeyecek ve kavramsal bir yapı haline getirilemeyecektir. Marx da soyutlama düzeyi yüksek çalışmalarında üretim tarzı düzeyinde tanımlara giderek daha sadeleşmiş bir sınıf yapısı çözümlemesi sunarken, özgül bir toplumsal ve tarihsel kesiti çözümlemeye yöneldiğinde görece karmaşık, çok katmanlı  ve iç içe geçmiş sınıf oluşumları saptamıştır. Burada yöntemsel bir tutarsızlıktan çok, Marksist yöntemin karakteristik özelliklerinden biri söz konusudur.


Kısacası, Marksist kuram açısından sınıf, belirli tarihsel ve toplumsal koşullara özgü bir ilişkidir; ikinci olarak, sınıf, üretim ilişkileri içerisindeki konumla tanımlanan nesnel bir ilişkidir; üçüncüsü, sınıf, üretim ilişkilerine özgü çıkar çatışmasından kaynaklanan uzlaşmaz bir ilişkidir; son olarak, sınıf, sınıf mücadelesi süreçlerinden ayrı olarak düşünülemeyecek bir ilişkidir.

Sinnlichkeit – Feuerbach'ta çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Biz, gene de burada İngilzce çevirinin anladığı gibi duyarlığın (duyu- algı) söz konusu olduğunu sanmıyoruz. "Soyuttan somuta, düşünselden (idéal) gerçeğe" giden ve hiç bir zaman "kendi öz soyutlamalarının gerçekleşmesi"nden başka bir şeye erişmeyen kurgusal felsefeye karşı çıkan Feuerbach, felsefenin çıkış noktası olarak gerçeği almasını ister. Felsefe Reformu İçin Geçici Tezler'de (n° 65) şöyle yazar: "Tüm bilimler doğaya dayanmalıdırlar. Kendi doğal temelini bulmadıkça, bir kuram, bir varsayımdan başka bir şey değildir." (Loc. cit., s. 125.) 

Son test [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Bağımsız değişkene maruz kaldıktan sonra bir bağımlı değişkenin yeniden ölçümü. 

Sorun [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Bireyi fiziksel ya da düşünsel yönden rahatsız eden, kararsızlık ve birden çok çözüm yolu olasılığı görünen her durum. 

Sosyalistlere karşı yasa — Almanya'da 21 Ekim 1878'de çıkartıldı. Buna göre, Sosyal-Demokrat Partinin bütün örgütleri, işçilerin yığın örgütleri ve işçilerin yayın organları yasaklanıyor, sosyalist yayınlar toplattırılıyor ve sosyal-demokratlar cezalandırılıyordu. Yığınsal işçi sınıfı hareketlerinin baskısı altında bu yasa 1 Ekim 1890'da kaldırıldı. 5 Aralık 1894'de sosyalistlere karşı yeni bir yasa tasarısı Reichstag'a getirildi. Ama 11 Mayıs 1895'de reddedildi.  

Sömürgecilik (Alm. die Kolonisierung; Fr. Colonialisme; İng. Colonialism) Sömürgecilik, bir ülkenin başka bir ülke ya da topluluğun topraklarında ekonomik faaliyetler yürüttüğü, çoğunlukla siyasi karakterde bir yerleşim kurmasıdır. Sömürgecilerle toprakları istila edilen yerliler arasında eşitsiz bir ilişki kurulur. Topraklar ve üzerinde yaşayan halklar, sömügecilerin çıkarları lehine uygulanan üretim biçim ve ilişkileri doğrultusunda, toplumsal ve siyasal alanda yeniden örgütlenirler.


Klasik sömürgeciliğin, Avrupalılar tarafından başlatılan ilk keşiflerden 19.yy ortalarına kadar geçen sürede, Yeni Dünya’nın işgalinin arkasında yatan toplumsal meşruiyet zeminini Avrupalılarla diğer kıtaların yerli halkları arasında hiyerarşik bir ilişki kurulması ve yerli halkların Avrupa uygarlığıyla karşılaştırıldığında barbar olarak nitelenmesi oluşturur. “İnsan”ın altında bir kategori olarak değerlendirilen yerli halklara uygarlık götürülmesi, bu durumun yaygın ifade biçimidir.


Klasik sömürgecilik dönemi, Avrupa’da feodalizmden yeni bir sosyo-ekonomik formasyona geçiş dönemi sancılarının izlerini taşır. Bu açıdan, Haçlı Seferleri, Reform, Rönesans ve feodal dönemin güçsüz krallarının zenginleşme ve güçlenme hırsları, her biri kendi adına sömürgeciliğin zeminini çizmede Avrupa egemen sınıflarının elini kolaylaştırmıştır. Ancak, bütün bu farklı tarihsel olguları üst-belirleyenin kapitalist üretim biçiminin Avrupa’da yeşermeye başlaması olarak görmek gerekir. Nitekim, Avrupa kapitalizmi olgunlaşmak ve evrenselleşmek için sömürgeciliğe ihtiyaç duymuştur. Bu açıdan, klasik sömürgecilik Avrupa kapitalizminin serpilme yatağıdır.


Klasik sömürgeciliği de kendi içinde İber yarımadası monarkları tarafından uygulanan doğrudan sömürgecilik faaliyetlerini içeren bir ilk dönemle (15. ve 16. yüzyıllar), bu bölge imparatorluklarının zayıflamasıyla tarih sahnesine yeni güçlü imparatorluklar olarak çıkan Hollanda ve İngiltere’nin ticaret ve finansa dayalı yayılmacılığına dayanan, 17. yüzyılda ağırlığını koymuş sömürgecilik dönemi olarak ayrıştırmak mümkündür.


İberli sömürgecilerin öncelikli motivasyonları Doğu’ya ulaşmada yeni yollar keşfetmek ve böylece ticarette Müslümanların hakimiyetini kırmaktı. Dönemin güçlü kral ve kraliçelerinin sponsorluğunu yaptığı keşif gezilerinin sonucunda ulaşılan yeni topraklar,  bu amaca hizmet etmenin ötesinde, geçiş dönemi sancıları yaşan Avrupa’ya yeni bir soluk imkânı tanıdı. Kilise’nin Hristiyanlığı yayma ateşinin Kıta Avrupası’nda Rönesans ve Reform tarafından  söndürülmesi, bu ateşin Yeni Dünya’yı yakmasını engelleyemedi. Öte yandan, Yeni Dünya, gözlerinde siyasi iktidarların meşruiyetinin giderek azalmaya başladığı yoksul köylülerin, topraksızların, kırlardan kentlere göçen ama henüz proleterleşememiş güruhların Kıta Avrupası’ndan tahliye edilmesini ve bu artık nüfusun denizaşırı topraklarda servet avcılığına soyunmasını sağladı.


İber yarımadası monarkları, Yeni Dünya’da kurulan koloniler sayesinde yeni gelir elde etmenin ve uluslaşma yolunda ilerlemenin de ilk tohumlarını atmış oldular.


Klasik sömürgeleşmenin Avrupa’da kurumsallaşmasının ilk tarihi olarak, 1494 yılında, döneminin sömürgeci güçleri İber yarımadası devletlerinden Protekiz ve İspanya’nın Amerika Kıtasındaki yayılmacı hırslarının çakışması sonucu, bu devletlerin Papa’nın çektiği bir sınır çizgisiyle kıtayı aralarında kuzey ve güney kısımlar olarak paylaştığı Tordesillas Anlaşması gösterilebilir.


Klasik sömürgecilik döneminde söylem düzeyinde de olsa kolonilerdeki tüm topraklar hâlâ Kral’ın kişisel mülkiyeti olarak görülüyordu ve sınırlı sayıda aristokrat bu topraklarda vergi toplama, yasa yapma, adalet tesis etme gibi sınırsız haklara sahipti. Yeni Dünya hızla Avrupa’dan ithal edilen feodal düzenin çerçevesinde şekillendiriliyordu.  Henüz ticari anlaşmalar serbestleştirilmemişti ve plantasyonlarla Afrika’dan köle ticareti yaygın bir uygulama değildi. Yerli halkı kırıma uğratan sömürgeciler, Amerika’nın ormanlarında, topraklarında köle olarak çalıştırmak üzere insan avına çıkıyorlardı.


Sonuç olarak, klasik dönem sömürgeciliğin ilk yarısı pre-kapitalist bir döneme denk düşer. Bu dönemde kolonilerde Avrupa’dan göçle gelen yerleşimciler sayıca fazladır; çeşitli plantasyonlar kurulmaya başlandığı gibi, madencilik faaliyetlerine de adım atılır. Dönemin belirleyici özelliğini, sömürgelerin kurulduğu yerlerde yerlilerden gasp edilen altın ve gümüş gibi değerli madenlerin Avrupa’ya taşınması oluşturur.


17. yüzyılla beraber Avrupa’da yaşanan kimi ekonomik krizler, sömürgecilik biçiminde de birtakım değişikliklere yol açtı. Değerli madenlerin Avrupa’ya akması, genellikle lüks madde ithalatına harcanmalarıyla Avrupa’da yüksek bir enflasyon yaşanmasına neden oldu. Yükselen enflasyon, kira ve kredilerle geçinen toprak sahibi lordların ekonomik anlamda çökmesine, Kuzey Avrupalı tüccarlarınsa yeni yeni oluşmaya başlayan piyasadaki çıkarlarının artmasına yol açtı. Böylece, ileride emperyalizm için çok faydalı işler yapacak olan Hollanda ve İngiliz Doğu Hindistan şirketleri için parlak günler başlamış oldu.


17. yüzyılın Avrupa’da uzun süreli bir ekonomik kriz çağı olması, iktisadi alanda yeni bir ideolojinin gelişmesine neden oldu: Merkantalizm. Merkantalizm sömürgecilik açısından bir sıçramaya denk düşüyordu. Devletler iktisadi olarak güçlenmek ve kendilerini korumak amacıyla daha fazla hammadde kaynağı arayışına yöneldiler ve çözülen İber yarımadası imparatorluklarının elinde olan Güney Amerika kolonilerine gözlerini diktiler.  Bu dönemin dönüm noktalarından birini, şeker kamışı üretiminin Avrupa pazarında fazlasıyla karşılık bulması sonucu yayılması ve Afrika’nın köle ticareti yoluyla sömürge sistemine katılması oluşturur.


Yüzyıllarca süren ve sömürgeciliğin bel kemiğini oluşturan köle ticaretinin 19. yüzyılın ortalarında sona ermesi, bir anlamda sömürgeciliğin de tarihinde yeni bir döneme girdiğinin bir göstergesidir.  Köle ticaretinin sona ermesinde aydınlanma ile  eşitlik fikrinin gelişmesi ve yayılması kadar Adam Smith gibi yaratıcı yazarların bu uygulamanın serbest pazar ilkesine uymaması ve bu açıdan ücretli emek gücü kavramıyla kan uyuşmazlığının olmasıdır. Adam Smith’e göre, ücretli işçiler kölelerden daha sıkı çalışmaktadırlar. Ancak, köleliğin kaldırılmasında Fransız Devrimi’nin etkisi daha önemlidir. Bu fikirlerin etkisiyle, 18. yüzyılın sonunda Haiti’de ayaklanan köleler Fransız sömürge efendilerini ülkeden kovmuşlardır.  Ancak, köle ticaretinin pratikteki karşılığının kaybolması, ancak merkantilist iktisadın miladını doldurması ve yerini serbest ticaret ilkesine bırakmasıyla ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılın başında, kapitalizme geçişte öncü ülke İngiltere, köle ticaretini yasakladığı gibi diğer ülkelerin de yasaklamasını sağlamıştır. Yasakla beraber yasal olduğu günlerin yarı fiyatına satılmaya başlanan kölelerin sağladığı ucuz emek gücü, İngiltere’nin ticaretteki üstünlüğünü zedeliyordu.  Bu uğurda İngiltere, köle ticaretini sürdüren ülkelere savaş ilan edebilecek kadar kapitalizmin kurallarını belirlemeye kararlıydı. Nitekim, yeni tür bir sömürgeciliğin kurallarını belirlemekte de gecikmedi.


İngiltere’nin yeni sömürgecilikteki öncü rolü, Britanya’da, Kıta Avrupa devletlerine göre çok daha erken dönemde yaşanan kapitalistleşme sürecine bağlanabilir. 1688 sürecinde devletin şahsi bir mal olması meselesine son veren İngiltere’de siyasetle ekonominin ayrışması ve siyasi yönetimin kişisel/özel bir yönetimden anonim bir yönetime geçişi, aynı ülkenin dış politika şeklini de belirledi. İngiltere, Kıta’nın eski tür saray evliliği politikaları, devamlılık savaşları, hanedanlık birleşmeleri mantığı üzerinden devinen ortaçağlı siyaset sahnesini terk edip, bu devletleri elde ettiği sömürgelerle dengelemeye, kıtadaki baskısını geri çekmeden uzaktan kontrol politikası gütmeye başladı. Bir anlamda, eski tür emperyal politikaların yerini daha dolaylı ve bir o kadar etkili emperyalist politikalar aldı.


Aslında 1870 sonrasını kapsayan bu döneme emperyalizm dönemi olarak ad koymak daha doğru olacaktır. Zira imparatorların sömürgeler yoluyla zenginleştikleri dönemler, yerini ulus-devletlerin emperyalist eğilimlerine bırakmıştır. Üstelik, emperyalist yayılmacılık, türlü sömürgeleştirme politikalarını aynı anda bağrında taşıyan ama temel motifinin finans sermayenin gelişmesi olduğu bir süreçtir. Emperyalist düzenin kullandığı sömürgeleştirme politikalarının bu dönemki ana özelliklerine odaklanmak, adına yeni sömürgecilik de denilen bu dönemi anlamayı kolaylaştıracaktır.


Yeni sömürgeciliğin belirgin özellikleri üzerine devam etmeden önce atlanmaması gereken bir noktayı, 19. yüzyıl’ın ortalarında, henüz insanlığı Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyecek yeni vahşi yayılmacı politikalar tekrar işleme konulmadan önce,   egemen sınıfların da destekler göründüğü anti-sömürgecilik rüzgârı oluşturuyor. 1815’te Fransa’nın Amerika kıtasında ve Doğu’da kaybettiği koloniler, 1822 yılında Portekiz’in Brezilya’yı yitirmesi, Kuzey Amerika’daki 13 koloninin İngiltere ile iplerini koparması gibi somut mücadelelerin sonucunda oluşan bu rüzgâra, 1852 yılında Disraeli’nin, haddinden fazla genişleyen sömürgelerin artık bir yük haline geldikleri sözleri damgasını vurur. Öngörülen, bütün kolonilerin yakında bağımsızlıklarına kavuşacağıdır. Hatta yeni sömürgeciliğin dizginlerinden boşanacağı yılların arifesi olan 1868 yılında, Bismarck, sömürgeciliğin ana yurda yaptığı varsayılan katkıların çoğunun hayali olduğunu söyler. Ancak, 19. yüzyılın bu güçlü kişiliğinin fikri, 4 yıl içinde hızla tersine dönecektir.


Sömürgeciliği niceliksel olarak betimlemek doğru olmayabilir. Hatta, içerdiği zulüm ve kıyımın hesabı ve karşılaştırması yapılamaz. Ancak, yeni sömürgeciliği yeni yapanlardan birisinin daha önce olmadığı kadar çok miktarda toprağa el konması olduğu söylenebilir. Ancak, bütün bu el koyma sürecinin arkasındaki meşruiyet kaynağı, artık “uygarlaştırıcı misyon” olmaktan başka bir yere kaymıştır: Rakip ülkeye üstünlük sağlamak ve sınıf savaşımının ulusu dağıtıcı etkisini bertaraf edecek bir vatanseverlik duygusunun gelişmesi. Bunlar, 19. yüzyılın liberal dünüşürlerinden Alexis de Tocqueville’in önermeleridir. Dahası Tocqueville, yerli halkların boyun eğmesinin sağlanmasıyla uğraşılması yerine, birçok yerleşmecinin sömürgelere taşınması fikrini öne sürer.


Yeni sömürgecilik, Avrupa’daki reel politikanın denizaşırı yerlerde yansımalarını bulması anlamında ulusal hükümetler için önemli bir mücadele alanıdır. Ancak, en az bu siyasi mücadele kadar önemlisi klasik sömürgecilik döneminin hammadde ve artık nüfus tahliyesi, vb özelliklerinden ziyade, yeni pazar arayışıdır. Bu açıdan, klasik sömürgecilik döneminde, feodal bir üretim tarzının egemen kılındığı sömürgelerin yerini yeni sömürgecilik döneminde piyasa ekonomisinin kuralarına göre şekillendirilen görece bakir topraklar almıştır: Afrika ve Asya.  Değerli madenlerin ve toprakların mülkiyet hakkının yalnızca İngiliz vatandaşlarına verilmesi için özel bir idari sistem kurulan Afrika’da, emek süreçleri konusunda da sömürgeci güçler son derece yaratıcıydılar. Bileşik sistemi kurdular. Buna göre, madenlerde çalışan siyah işçiler aynı zamanda buralarda yaşamaya ve dışarı çıkmamaya mecbur ediliyorlardı.


Afrika ve Asya’daki geniş alanlar Avrupa’daki sermaye fazlasını yatırmak için verimli topraklardı. Sermayenin güvenliğini sağlamak için ulusal hükümetler bu topraklarda siyasi anlamda da hüküm sürme isteğini gösteriyorlardı. Avrupa’da burunları savaş kokusu alan hükümetler çılgınca yeni askeri liman ve üs arayışına girmişlerdi.


Bu yükselen tansiyon sonrasında eski sömürgeci ülkelerle yeniler arasında Afrika’nın talanı esnasında sürtüşmeler doğdu. 1884-5 Berlin Konferansı’nda Avrupalı güçler masaya oturmaya karar verdi. Bu açıdan, Berlin Konferansı gelecekteki ittifakların bir ön provası sayılabilir. Bu anlaşma, Yeni Sömürgeciliğin kurumsallaştığının da ifadesi olmuştur. Aynı zamanda, Avrupa’daki çekişmelerin Afrika’daki paylaşımda gerginliklere yol açmaması için bir önlem olarak alınmıştır.


Bu süreçte siyasi egemenlik nosyonunun “norm dışılaştırıldığını”, hukukun söylem düzeyinde barındırıyor olsa da “evrensellik” iddialarından vazgeçtiğini, “batılılaşma” denilen olgunun hızla tarih sahnesine ama ilk ve en önce “emperyalist dürtülerden” ayrışık olmadan girdiğini görüyoruz. Bu dönemde, Çin İmparatorluğu’nun topraklarında imtiyazlı yabancı tüccarlar hukuki dokunulmazlıklarıyla cirit atarken, Japonya hızlı bir “batılılaşma” hamlesiyle vakit kaybetmeden kendini sömürgeci yayılmacılığa angaje ediyordu.


Bu esnada, sömürgecilik karşıtı her türlü bağımsızlık hareketi Avrupalı sömürgeci güçler arasındaki gerilimleri erteliyor ve bağları bir süreliğine de olsa kuvvetlendiriyordu. Berlin Konferansı’nın ardından sömürgeci ülkeler için diğer bir bağlanma noktasını Çin’deki Boxer Ayaklanması oluşturdu. Bu bağımsızlıkçı hareket aynı zamanda Çin’deki yerleşik Mançu Hanedanlığı’nı da tehdit ediyordu. Tüm bu ve benzeri anti-sömürgeci ve anti-emperyalist mücadeleler, arkalarına 20. yüzyılda solun teorik alanda da uğraşı haline gelecek olan ulusal bağımsızlık, işbirlikçilik gibi kavramları bırakacaklardır.


Sömürgeciliğin dünya-tarihsel bir ölçekte anormalleşmesini sağlayan 1917 Ekim Devrimidir. Ancak bu sürecin sosyalist mücadele açısından kimi zaman oldukça ters etkili sonuçları olmuştur. Dünyada ve Türkiye’de birçok sol akımda anti-sömürgecilik, anti-emperyalizm, ulusal bağımsızlık vb. unsurların baskınlığına karşın, anti-kapitalizm çok çekinik hatta esamesi okunmayan bir unsur haline gelmiştir. Bu, Dünya’ya daha çok yoksul ülke ve bölgelerin geri kalmışlığının zengin ülkelerdeki kapitalist gelişmenin bir ürünü olduğunu ileri süren Bağımlılık Okulu teorisyenlerinin armağanı olurken, Türkiye’de de Demokratik Devrim tezinin zemininde kendine yer bulmuştur.


Bağımlılık Okulu tezlerinde olduğu gibi, Demokratik Devrimci tezler de toplumsal dönüşümün öznesi olarak işçi sınıfını görmez. Hatta sınıf analizinin sömürge geçmişi olan feodal toplumlarda geçerli olmadığı düşünülür. Bu yaklaşımlara göre, ülkelerin geri kalmışlıklarının nedeni gelişmiş ülkelere olan bağımlılıklarında ve hâlâ feodal geçmişlerinden kapitalizme tam anlamıyla bir geçiş yapamadıklarında yatar. Bu nedenle de mücadelenin iki ana hattı vardır: Burjuva demokratik devrimlerini tamamlamak ve bağımlılık halinden kurtulmak.  Oysa ki, sömürge geçmişi olan ülkelerde feodal üretim tarzının hüküm sürdüğünü söylemek birçok açıdan eksikli ve hatta tarihsel olarak yanlıştır. Yeni sömürgecilik döneminde, sömürgelerde burjuvazi ve işçi sınıfı yeterince gelişmemiş olsa da, kapitalist pazarın işleyiş ilkeleri yerleştirilmeye başlanmıştır. Marx’ın sömürgeciliğin toplumları ilerletici faydası olduğu yönündeki iddiasını da aslında Komünist Manifesto’daki vurgular olmadan okumak anlamlı değildir: Kapitalizmin yayılma ve derinleşme eğilimi. Buna göre, kapitalist yayılmacılık gittiği yerlerde de kapitalist ilişkileri kurar ve kapitalist sömürüyü derinleştirir. Ancak, sömürge ülkelerde kapitalistleşme, sınıfsal dinamiği Marx ve Engels tarafından düşünüldüğü anlamda işçi sınıfı lehine beslememiştir.


Marx ve Engels, sömürge sorununa ahlaki açıdan onanacak bir yerden bakmıyor olabilirler; ancak, modernleşmeci okulların yola çıktığı yerden de yola çıkmamaktadırlar. Bu okullarda, sömürgecilik toplumsal modernleşme ve refah yolunda önemli bir adımken, Marx ve Engels’te dünya devriminin önündeki engelleri kaldırmaya kapitalist sömürgeci devletlerin sunduğu bilinçsiz bir katkıdır. Sömürgeci ülkeler, sömürgelerde toplumsal durumu maddi olarak daha iyi bir hale koymazlar, yalnızca üretici güçlerin gelişmesinin önkoşullarını oluşturabilirler. Bu açıdan, Marx ve Engels’te sömürgecilik, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahip oldukları gibi evrensel bir ilke ve demokratizm üzerinden değerlendirilmemiş, onun yerine işçi sınıfının yakın geleceğine dair beklentiler temel ölçüt olarak alınmıştır.


Marx ve Engels’in İngiliz Sömürgeciliği özelindeki ve Asya Tipi Üretim Tarzı tartışmalarının dışında, sömürgecilikle feodalizm ve kapitalizme geçiş tartışmalarının iç içe geçmesinin bir nedeni de Batı Avrupa’nın kapitalistleşme yolunda çok ilerlediği bir dönemde, 18. yüzyılın sonlarına doğru, Doğu Avrupa’da bu gelişmeye bağlı bir biçimde ikinci servaj döneminin başlamasıdır.  Buna göre, Batı’daki kapitalist gelişmenin koşullarını yaratan biraz da Doğu’daki ikinci servaj dönemidir. Osmanlı Devleti’nin de son dönemi bir anlamda bu ikinci servaj döneminin parçası olarak görülmüştür ve Osmanlı’nın yarı sömürgeleşmesi tartışmaları da bu resmin üzerine oturtulmuştur. Elbette, bu yarı-sömürgeleşme saptamasının altında yatan Osmanlı dış borçlanmaları ve ticaret anlaşmaları da tabloya eklenmelidir.

Bu açıdan, burjuva devrimlerinin tamamlanması ile kapitalizme geçiş arasında doğrudan bir bağ kurulmasının yanında, bu ülkelerin toplumsal gelişmemişliklerinin nedenini, tamamlanamayan burjuva devrimlerinde aramak, sosyalist mücadelenin de içeriğini anti-kapitalizmden koparıp sadece sömürgecilik karşıtı, anti-emperyalist bir hatta yerleştirmek olmuştur. Yukarıda da değindiğimiz gibi, Türkiye’de bu tartışmanın kaynağında Osmanlı’nın son döneminden itibaren yarı-sömürge bir devlet olduğu fikri yatmaktadır.


Bu genel kanı, Türkiye solunun tarihini uzun yıllar belirlemiştir. Solun teorik aklının zeminini belirleyen yarı-sömürgecilik tartışmalarının sonucu, “milli” olanın gelişmesi idealidir. Bağımlılık tartışmalarının genelinin işaret ettiği emperyalist merkezlerle işbirliği yapan komprador burjuvaziye karşı millici bir burjuvazi şarttır. Bu açıdan da Demokratik Devrimcilik tezlerinde, Türkiye’de toplumsal gelişimin tamamlanması ve Türkiye’nin yarı-sömürge olmaktan kurtulması için milli burjuvazi doğal müttefik olarak görülmüştür. Bu görüşe göre, ülkede henüz burjuva demokratik devrim tamamlanmadığından ve zayıf bir burjuvazi olmasından ötürü “sömürge tipi faşizm” görülmektedir. Batı tipi burjuva demokrasisi henüz ülkede yerini alamamıştır. Sonuç olarak, devrimci demokrasinin yarı-sömürgeci ülkelerdeki ve Türkiye özgüllüğündeki saptamalarının olumlu anti-emperyalist işlevleri ile birlikte, bilimsel sosyalizm ve geleneksel solla kan uyuşmazlıkları olmuştur.

Ş 

Şartlı soru [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Bazı sorulara verilen yanıtlara bağlı olarak sadece belli deneklerin yanıtlaması istenen soru. 
 
T

Tahıl Yasalarına Karşı Birlik — İngiliz sanayi burjuvazisinin örgütü; 1838'de Manchester'lı fabrika sahipleri Cobden ve Bright tarafından kurulmuştu. Dışardan yapılan tahıl ithalini kısıtlamayı ya da yasaklamayı amaçlayan Tahıl Yasaları, büyük toprakbeylerinin çıkarlarını korumak üzere konulmuştu. Birlik, sınırsız serbest ticaret istemini öne sürerek, işçi ücretlerini düşürmek ve toprak aristokrasisinin ekonomik ve siyasal gücünü zayıflatmak amacıyla Tahıl Yasalarının kaldırılmaları için savaştı. Bu savaşım sonucunda Tahıl Yasaları 1846'da kaldırıldı. 

Temmuz Monarşisi — Louis-Philippe yönetiminin bir evresine (1830-1848) verilen ad. Bu evre, adını Temmuz Devriminden almıştır. 

Treves'in Kutsal Libası — Bir Alman kentinde bulunan Trier katedraline verilmiş kutsal bir emanet. Çarmıha gerilme sırasında İsa'nın giydiği giysi olduğu iddia edilmektedir. Nesiller boyu hacı kafileleri bu kutsal libası ziyaret etmişlerdir.  

Terzi Wilhelm Weitling, proletaryanın kurtuluşunu haber veren ilk Almanlardan biri oldu. Weitling, 1838'de Olduğu ve Olması Gerektiği Gibi İnsanlık, 1842'de Uyum ve Özgürlüğün Güvenceleri ve 1843'te de Yoksul Bir Günahkarın İncili adlı yapıtlarını yayımladı. 

The Economist — Haftalık iktisadi ve siyasal bir İngiliz dergisi, büyük sanayi burjuvazisinin organı; 1843'ten beri Londra'da yayınlanmaktadır. 

Toplumsal araştırma [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Araştırmacıların toplumsal dünya hakkında bilimsel temelli bilgi üretmek için sistematik olarak uyguladığı yöntem ve yöntembilimlerin bir toplamı. 

Toplumsal kuram [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Toplumsal dünya hakkındaki bilgileri özetleyen ve düzenleyen, onun nasıl işlediğini açıklayan birbiriyle bağlantılı fikirlerden oluşan sistem. 

Tümdengelim [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Genel önermelerden (doğrulardan) hareket ederek özel durumlar için akıl yürüterek sonuç çıkarma. 

Tümevarım [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Tek tek yapılan gözlem ve deneylerin sistemli bir biçimde incelenmesiyle elde edilen genellemeler.

 

U 

Ulus (Alm. Nation; Fr. Nation; İng. Nation) Marksist literatürün ilk eserlerinde ulus kavramına kimi göndermeler olsa da bu kavrama ilişkin net bir tanım yapılmamaktadır. Ancak Marx ve Engels, siyasal gündem ulusu sınıflar mücadelesinin önündeki bir “sorun” olarak dayattıkça bu kavramı gündemlerine almışlardır. Sadece Marx ve Engels’in siyasal değerlendirmelerinin içine saçılmış olan göndermelere yaslanarak bir ulus tanımı yapmak mümkün görünmemektedir. Ancak, bunlardan yola çıkarak söylenebilecek en betimleyici ifade şu olacaktır: Marksizmin ulus anlayışı, onu tarihsel koşullar tarafından belirlenmiş bir süreç olarak görmekten yanadır. Ulus söz konusu olduğunda tarihsel koşullardan kasıt, kapitalist üretim biçiminin gelişimi ve onunla el ele giden modernizmdir. Marksizme göre ulus, burjuvazinin tümüyle denetleyebileceği ve yönlendirebileceği, yerel pazarlar ile denizaşırı/uzun mesafe ticaretin partikülarist kısıtlarından ve belli ölçülerde rekabete kapalı doğalarından uzak bir pazar ihtiyacı çerçevesinde biçimlenmiştir ve buna uygun olarak devlet mekanizmasının yeniden örgütlenmesi ile toplumsal düzlemde müdahaleler ve mücadeleler ile inşa edilmiştir. Bu arayışın kökleri Avrupa’da merkantilizmin hüküm sürdüğü onaltıncı yüzyıl ile on dokuzuncu yüzyıl arasındaki döneme kadar geriye götürülebilir. Görüldüğü üzere ulus, doğuşundan itibaren ortaya çıkışı iktisadi faktörler tarafından belirlenen bir siyaset arenasıdır. Ancak ulusun inşası esnasında maddi ve nesnel unsurların yanı sıra, pek çok öznel unsur da devreye girecektir.


Marksizm, ulus kavramına ve değişik ulusal kimliklere bakarken çeşitli burjuva ideolojilerin ama özellikle milliyetçiliğin kendisine dayanak edindiği primordiyal yaklaşımı baştan dışlar. Primordiyal yaklaşıma göre, insanlık etnik biçimde bölünmüştür ve bu bölünme doğaldır. Bu nedenle, ulusal kimlikler öncesiz, ezeli kimliklerdir. Ulusal/etnik kimlikler arası mücadele ve çatışma, grup üyeleri “dış dünyayı” kendi kimlikleri üzerinden anlamlandırdıkları için kaçınılmazdır. Primordiyal yaklaşım, ulus içindeki çelişkileri tümüyle görmezden gelerek, ulus-içi ilişkilerin dayanışmacı, barışçıl ve düzenli olduğunu varsayar. Bu bakış açısı milliyetçi tarihyazımlarının tamamına içkin durumdadır.


Marksizm için ise temel birim sınıf’tır. Tarih’i sınıflar mücadelesi olarak gören ve bunun üzerine inşa eden Marksizm için ulus, siyasal ve kuramsal anlamda kendi başına ele alınabilecek, sınıfsal ayrımları gölgeleyecek biçimde bütünlük atfedilebilecek bir birim değildir. Ancak, Marksizmin ulus ile yakından ilişkili olarak milliyetçiliğe ve enternasyonalizme bakışı genel olarak yüzeysel okumalara tabi tutulmuştur. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Marksizmin ulusa bakışının anlaşılamamış olmasından kaynaklanır. Söylediğimiz gibi Marksizm için anlamlı siyasi birim tartışmaya yer bırakmayacak biçimde sınıftır; ancak, mücadelenin üzerinde şekillendiği zemin ulustur. Buna bağlı olarak, Marksizm için iktidar birimi ulus-devlettir. Sınıf iktidarının temelinin ulusal zemin olduğu vurgusu Marksist yazında Alman İdeolojisi’ne (1845) kadar geriye götürülebilir. Yüzeysel kimi yorumlarda enternasyonalizmin nişanesi olarak gösterilen Komünist Parti Manifestosu’ndaki (1848) “İşçilerin vatanı yoktur. Sahip olmadıkları bir şeyi onlardan geri almak mümkün değildir.” ifadesi hemen arkasından proletaryanın siyasal egemenliği ele geçirmesi ve kendisini “ulusal sınıf” konumuna yükseltmesi, hatta “bizzat kendisini ulus olarak kurmak zorunda” oluşu yönünde vurgularla devam eder. Görülmektedir ki, işçi sınıfı, sınıf mücadelesinin doğasından bağımsız değildir. Dolayısıyla, Marx ve Engels için işçi sınıfının kapitalist sömürü mekanizmasının evrenselliği ve ona karşı mücadelesi ile birbirine bağlanmış olması, ulus kavramının gereksizliği anlamına gelmemektedir. Manifesto’nun yayımlanması ile benzer zamanlarda Engels, 20 Şubat 1848 tarihli Deutsche-Brüsseler Zeitung’a yazmış olduğu makalede “Alman onuru”nun (die deutsche Ehre) ancak Alman işçi sınıfının radikal bir devrimiyle onarılabileceğini dahi yazmıştır. Bunlara ek olarak, Fransa’da İç Savaş’ta (1870-1871) Marx, Paris Komünü ve uygulamalarından söz ederken bu sürece birden fazla kez “Fransa’nın yeniden doğuşu” diyerek, aslında, Manifesto’da formüle ettikleri denklemin değişmediğinin altını yirmi yılı aşkın bir süre sonra çizmiştir. Marx ve Engels’in uluslara bakışı da, onun bir türevi olarak enternasyonalizm algısı da, bir çeşit nihilizmle malul değildir.


Bunu daha yakından görmek için Marksizmin sıkça eleştiriye konu olan tarihsel uluslar – tarihsel olmayan uluslar dikatomisine bakmak gerekir. Bu ayrım, Hegel’den devralınmış olmakla birlikte, Marksizmin ulusa ve milliyete bakışının ne derece siyasal olduğunun bir kanıtı olarak görülebilir ve günümüzde süren Marksizm içi kimi tartışmalara ışık tutabilir. Tarihsel uluslar kategorisi, geçmişlerinde bölünmemiş ya da tümüyle yabancı istilasına uğramamış, daha da önemlisi proleter devrim için en elverişli zemini sunan yahut bu zemini besleyen uluslardır. Marx ve Engels’in yazdıklarında bu iki kategoriden ilki ikincisine karşı açıktan desteklenmiş, tarihsel olmayan uluslar, kapitalizmin on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki düzleyici ve devrimi hazırlayan dönüştürücü etkisi karşısındaki “gerici doğaları” nedeniyle çok sert ifadelerle betimlenmişlerdir. Marx ve Engels’in bu tavrı da yine yüzeysel biçimde yorumlanarak, özellikle Hindistan’daki İngiliz sömürgeciliği üzerine Marx’ın yazdıklarından yola çıkılmak suretiyle, Marksizmin sömürgeciliği olumladığı, Avrupa-merkezci ve şarkiyatçı olduğu sonucuna varılmıştır. 19. yüzyıl Marksizmi için Avrupa-merkezcilik bir suçlama değil bir durum saptaması olabilecekken, uluslar arasında yaptıkları kategorizasyondan yola çıkarak  geliştirilen sömürgeciliğe sempati ile bakış ve şarkiyatçılık suçlamaları ancak bağlamsız alıntılarla kanıtlanmaya girişilebilecek kadar temelsizdir. Marksizmin bakışı şarkiyatçı olarak nitelenemez, zira Marx’ın Hindistan için kullandığı ifadelerin çok benzerlerini aynı zamanlarda kaleme alınan Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i (1851-1852) ismi ile kitaplaştırılan çalışmasında Fransız köylüsü için yazdığını bilmekteyiz. Kronolojik olarak bakıldığında ise Marx ve Engels’in kapitalizmin değişen karakterine ve dolayısıyla sömürgecilik pratiğine koşut olarak uluslara ve ulusal hareketlere bakışları da geç tarihli metinlerinde değişmeye başlamıştır. Engels’in New York Daily Tribune için yazdığı bir makalede (22 Mayıs 1857) sömürgeciler “medeniyet bezirganları” (civilization-mongers) olarak adlandırılmakta ve Çin’deki sömürge-karşıtı mücadele alkışlanmaktadır. Tarihsel olarak bakıldığında, komünizm ile ulusal kurtuluş mücadeleri arasındaki mesafe daha bu dönemde kısalmaya başlamıştır.


Marksizmin ulus kavramına bakışı, dolayısıyla uluslar siyaseti kendi başına ele alınamaz. Yirminci yüzyılın başındaki tartışmalara baktığımızda bu kavramlar etrafında ortaya çıkan tartışmaların temelinde de kapitalist üretim biçiminin geçirdiği dönüşüm, emperyalizm aşamasına geçiş ve burjuva devrimlerinin ilerici özelliğinin kesin biçimde ortadan kalkmış olması yatmaktadır.


Bu tartışmalarda biçimlenen üç ana çizgi, Avusturya Marksizmi, Spartakizm ve Bolşevizmdir. Avusturya Marksizmi, temel olarak Otto Bauer’in Ulusal Sorun ve Sosyal Demokrasi (1907) çalışmasına dayanan tezlerinde, ulus tanımını kültürel bir zeminde yapmış ve ulusu “kader birliği ile birbirine bağlanmış kendine has bir yapıya sahip topluluk” olarak tanımlamıştır. Çok açık biçimde idealist olan bu tanım, hem Spartakizm hem de Leninizm tarafından sert biçimde eleştirilmiştir. Temel hatları Rosa Luxemburg tarafından Ulusal Sorun’da (1909) biçimlendirilen Spartakist tez ise bir “burjuva kategori” olarak gördüğü ulusun komünist siyaset içindeki yerini reddetmiştir. Bu iki akımın dışında, devrim öncesinde “halklar hapishanesi” olarak adlandırılan Rusya’da marksizmin bu konudaki kalkış noktalarından uzaklaşmadan, uluslararası dinamikler, Rusya öznelliği, ancak daha da önemlisi devrimci mücadelenin Rusya’daki ihtiyaçlarından yola çıkılan başka bir uluslar siyaseti şekillenmiştir. Bolşevizmin uluslar siyaseti Lenin ve özellikle Stalin’in 1904’e kadar geri götürülebilecek (Stalin, “Ulusal Soruna Dair Sosyal Demokrasinin Görüşü”) metinlerine dayanmaktadır. Metinlerin ortak noktası ve tanımlardan daha önemlisi, hem Lenin hem de Stalin’in Rusya koşullarında değişik etnik kimliklere sahip işçi sınıfı üyelerinin örgütsel ve siyasal birliğine yaptıkları vurgudur. Bolşevizmin, yirminci yüzyıl başında Rusya’da geliştirmiş olduğu uluslar siyaseti, keskin hatlarla ulusların kendi kaderini tayin hakkı olarak formüle edilmiştir.  Stalin, devrim öncesi ve sonrasında da uluslar siyasetine ve bununla ilgili pek çok konuya, örneğin Marksizm ve dil arasındaki ilişkiye dair  pek çok eser vermiştir. Bunlardan belki de en önemlisi ve en sistematiği 1913 tarihli Marksizm ve Ulusal Sorun çalışmasıdır. Stalin, burada net bir ulus tanımı yapmaktadır. Stalin’e göre ulus, tarihsel olarak ortak dil, toprak, iktisadi yaşam ve ortak kültür biçiminde şekillenen psikolojik bir yapı üzerinde kurulmuş insan topluluğudur. Stalin’e göre bu unsurların biraradalığı ulusun olmazsa olmazıdır. Stalin’in tanımı hem nesnel unsurlara aşırı derecede ağırlık vermesi hem de ulusal kimliğin inşasında söz konusu unsurlar arasındaki eşitsiz gelişimi kavramak için uygun zemini sağlamaması nedeniyle sınırlandırıcı bulunarak eleştirilmiştir.

Ulusallık ilkesi Engels tarafından kullanılan bu terim, bonapartçı İkinci İmparatorluğun (1852-70) egemen çevreleri tarafından yürütülen dış politikanın dayandığı ilkeleri ifade etmektedir. Bu sözde ulusallık ilkesi, büyük güçlerin egemen sınıfları tarafından kendi istila planlarına ve serüvenlerine ideolojik bir kılıf geçirmek amacıyla kullanılmaktaydı. Bunun, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanınmasıyla hiç bir ortaklaşa yanı yoktur. Bu ulusal kin yaratmak ve özellikle azınlıkların ulusal hareketlerini çatışan güçler tarafından yürütülen karşı-devrimci politikaların bir aracı haline dönüştürmek için kullanılmaktaydı. 

Ulusal Meclis (18 Mart 1848) – Mart Devriminin ardından toplanan ve oturumlarına 18 Mart 1848'de başlayan Ulusal Meclis. Bu meclisin başlıca amacı, Almanya'nın siyasal parçalanmışlığına son vermek ve bir İmparatorluk Anayasası hazırlamaktı. Ne var ki, liberal çoğunluğun korkaklığı ve yalpalamaları ve sol-kanadın kararsızlığı ve tutarsızlığı yüzünden, Ulusal Meclis iktidarı ele almayı başaramadı ve 1848-49 Alman devriminin belli başlı sorunları karşısında kesin bir tutum alamadı. 30 Mayıs 1849'da, meclis, Stuttgart'a taşınmak zorunda kaldı. 18 Haziran 1849'da ise askeri birlikler tarafından dağıtıldı. 

Ulusal Muhafız — Komutanları seçimle atanan gönüllü sivil silahlı birlikler; Fransa'da ve öteki Batı Avrupa ülkelerinde vardı. İlk kez Fransa'da, burjuva devriminin başlangıcında kurulmuş ve kesintilerle 1871'e kadar var olmuştur. Fransız-Prusya savaşı sırasında geniş demokratik yığınlar ile güçlendirilmiş olan Paris ulusal muhafızı 1870-71'de başlıca devrimci rolü oynamıştır. Ulusal muhafızın Şubat 1871'de kurulan Merkez Komitesi, 18 Mart 1871 proleter ayaklanmasının başını çekmiş ve 1871 Paris Komününün ilk dönemlerinde (28 Mart'a kadar), dünyanın ilk proleter devleti olmuştur. Paris Komününün bastırılmasından sonra ulusal muhafız dağıtılmıştır. 

UnwesenTerim, aynı zamanda hem öz hem de varlık anlamına gelen Wesen'in olumsuzlanmasıdır. Bunu hayalet (monstre) ile çeviriyoruz; bu, Marx'ın düşüncesini içeriyor, ama bizi onun üslubuna öylesine özgü ve zorlu Wesen- Unwesen karşıtlığından da vazgeçme zorunda bırakıyor. İngilizce çeviri tarafından benimsenen "özsel olmayan bir şey" biçimindeki çeviriye bağlı kalma gerektiğini sanmıyoruz.  

Uzun Parlamento (1640-1653) — Burjuva devrimi patlak verdiğinde, Kral Charles I tarafından toplantıya çağrılan İngiliz Parlamentosu. Bu parlamento, burjuva devriminin kurucu organı oldu. 1649'da Kral Charles I'in ölüm kararını onayladı ve İngiltere'de cumhuriyet ilan etti. Parlamento, 1653'te, Cromwell tarafından dağıtıldı. 


Ü

V 


Vendôme dikilitaşı – 1806-1810 tarihleri arasında Napolyon Fransası'nın anısına Paris'te dikilmiştir; ele geçirilen düşman toplarından elde edilen bronzlardan yapılmıştı ve üzerinde de Napoléon'un bir heykeli vardı. 16 Mayıs 1871'de, Paris Komününün emriyle, Vendôme dikilitaşı yıkıldı. Ama 1875'de gericiler tarafından yeniden onarıldı. 

Verein (birlik) — Max Stirner'e göre çıkarcıların oluşturdukları gönüllü bir birlikti.

Verkehr—Alman İdeolojisi'nde "Verkehr" sözcüğü, bireylerin, toplumsal, grupların ve bir bütün olarak ülkelerin maddi ve manevi ilişkilerini de kapsayacak biçimde çok geniş bir anlamda kullanılmaktadır. Marx ve Engels, maddi ilişkinin, ve hepsinden önemlisi, insanların üretim sürecinde birbirleriyle olan ilişkilerinin, bütün öteki ilişki biçimlerinin temeli olduğunu gösteriyorlar. Alman İdeolojisi'nde karşılaştığımız "Verkehrsforrn" (karşılıklı ilişki biçimi), "Verkehrsweise" (karşılıklı ilişki tarzı), "Verkehrsverhältnisse" (karşılıklı ilişki koşulları) terimleri, Marx ve Engels tarafından "üretim ilişkileri" kavramını ifade etmek için kullanılmışlardır ki bu kavram, onların kafasında o dönemde yeni yeni biçimlenmekteydi.

W 

Wagram Savaşı1809 Avusturya-Fransa savaşı sırasında, 5-6 Temmuz 1809'da oldu. Napoléon Bonaparte'ın komuta ettiği Fransız birlikleri Arşidük Charles'in Avusturya ordusunu yendi. 

Waterloo Savaşı 18 Haziran 1815'de oldu. Napoléon yenildi. Bu savaşın 1815 kampanyası üzerinde tayin edici bir etkisi oldu. Bu savaş, Avrupalı güçlerin anti-Napolyoncu koalisyonun nihai zaferini ve Napoléon Bonaparte'ın imparatorluğunun çöküşünü kesinleştirdi. 

Wigand's Vierteljahrsschrift — 1844-45'te Laipzig'de Otto Wigand tarafından yayınlanan genç-hegelcilerin felsefi dergisi. Bruno Bauer, Max Stirner ve Ludwig Feuerbach bu derginin yazarları arasındaydılar.

X

Y 

Yanıt oranı [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Denek sayısının örnekleme seçilen kişi sayısına oranı. 

Yapı geçerliği [Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri] – Değişkenler arasındaki mantıksal ilişkilere dayanan ölçüm geçerliği türü. 

Yüz geçerliği: Bir ölçümün görünüşte bir kavramı ölçüp ölçmediği. 

Yasama Meclisi Defterdarı – Meclis tarafından meclisin ekonomik ve mali işlerine bakmakla ve güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiş milletvekillerine verilen addı. Burada sözü edilen tasarı, Ulusal Meclis Başkanına askeri birlikleri emri altına alma yetkisi veren ve kralcı defterdarlardan Le Flô, Baze ve Panat tarafından 6 Kasım 1851'de meclise sunulan, 17 Kasım tarihinde hararetli tartışmalardan sonra reddedilen yasa tasarısıdır.


Z