05.11.2011 tarihinde gerçekleştirilen Siyaset Bürosunun Asya tipi üretim tarzı ve Feodalizm konularındaki sunum metni.
İlk önce
yapılan çalışmanın hatalarından, eksikliklerinden bahsetmemiz gerekiyor.
Siyaset Bürosunun amacı; kolektif bir çalışmayla, kavramlar üzerinden
çalışmaların sürdürüleceği bir yapıyı oluşturmaktır. Kavramlar diyoruz, çünkü
ister kabul edelim ister etmeyelim büyük eksikliklerimizin oluştuğu asıl nokta
kavramsallaşmış düşüncedir. Kolektif çalışma dediğimizde ise, kulüp içersinde
bulunan üyelerin çalışmalar esnasında (konuşmacı ve dinleyen) hep birlikte
sorgulayan, katkıda bulunan bir mantığı benimseyerek oluşturulacak olan
çalışmadır. Kısaca kolektif çalışma mantığında birinin görmediğini diğeri
görür, birinin düşünmediğini diğeri hatırlatır. İşte bu çalışma mantığı bir
topluluk çalışmasını başarıya ulaştırabilir.
Gelelim bizim
siyaset bürosu çalışmamıza, tam anlamıyla fiyasko. Beklenenin altında ve
yararlılıktan çok uzak bir çalışma hazırladık. Bunun sebebini de sadece
konuşmacılarla sınırlı tutuyoruz; dinleyicilerinde eksiklikleri ve konu
hakkında ön araştırma gerçekleştirmemiş olduklarından yapılan çalışma herhangi
bir katkı sağlamadı bizlere. Ama ilkin, dinleyicilerden önce, sorumlulukları
olan biz konuşmacıların yaptıkları hatalar üzerinde duralım.
Bir büro çalışması, kesinlikle
belli bir kaynaktan salt okunarak anlatılamaz; bu yapılan anlatmadan ziyade bir
aktarım özelliği taşır. Bizim gerçekleştirmek istediğimiz çalışma biçiminde
ise, bürolarda görevli arkadaşlarımızın bir araya gelerek yapılacak çalışmalar
konusunda belli bir birikimi kazanmaları ve daha sonra yapılan büro çalışmasını
kendi fikirleriyle de destekleyerek ortaya bir sunum çıkartmaları üyelerin konu
hakkında en yüksek verimde fayda sağlamasına yarayacaktır. Bu tarz bir büro
çalışması yapılmamışsa anlaşılmalıdır ki, bu biçim büro üyeleri tarafından tam
anlamıyla irdelenmemiş ve ciddiyeti tam olarak anlaşılmamıştır. Bu açıdan
bakacak olursak asıl aksaklığımız, belirlediğimiz çalışma disiplinine uymamamız
şeklinde de gösterilebilir. Bu metinde de dile getirmek gerekirsek; bu tip
hatalarımızı, eksiklerimizi ortadan kaldırmanın yollarını en kısa zamanda
arayacağız.
Burada
hazır bazı şeyleri masaya yatırmaya başlamışken, üyelerin de hatalarına
değinmek gerekecektir. Topluluğun mantığı bir konuşmacının kalkıp dinleyicilere
aktaracağını aktarıp, sırasını savması mantığı değildir. Topluluğumuzun
mantığı, konuşmacının üyelere belli noktaları aktardıktan sonra
dinleyicilerinde bu konu hakkındaki görüşlerini, sorularını ve en önemlisi
konuşmacının yaptığı yanlışlığı ortaya koymaları gerekmektedir. Fakat
toplantımızda bunu da yapamadık. Kısacası bu büro çalışması istenilen düzeyin
altında yapılmış oldu. Çalışmanın sonuna doğru yapılacak olan güncel tartışma
bölümüne hiç başlayamamış olmamız tam anlamıyla bir felaketin yaşandığını
buradan anlatmamıza yetecektir. Umarız, yapılan yanlışlıklar bir an önce
düzeltilmeye başlanır.
ASYA ÜRETİM TARZI, FEODAL MÜLKİYET,
FEODAL VE YARI FEODAL GÜÇLER
Büro
çalışmasının konusuna geçecek olursak, 5 Aralık 2011 tarihinde Feodalizm
konusuna eğildik.
Feodaliteyi
iki farklı yapıda inceleyerek (10–11. y.y. Avrupa Feodal sistemi ve Asya tipi
üretim tarzı) konuyu elimizden geldiğince açmak istedik. Feodal zihniyetin
ortaya çıkması süreci ilkin, barbar istilaları karşısında çoğunluğun bir
efendinin çatısı altına girmesiyle başladı. Daha sonra ise, Batı Avrupa da
gelişen klasik feodalitenin tam anlamıyla ortaya çıkışı; Fransa da Karolenj
imparatorluğu, batısında ise Norman istilasından sonrasına rastlamaktadır. Burada
feodal rejimin siyasal, hukuksal, iktisadi ve sosyal bir yapı olduğunu,
devletin birliğinin ise oluşturulmuş olunmaması önemli bir faktördür. Gerçekten
de feodalitenin siyasal açıdan gösterdiği en büyük özellik, devlet iktidarının
parçalanmış olması ve halkın Fransa da Karpet Hanedanının iktidarının
başlarında olduğu gibi doğrudan doğruya devletin değil, toprakların sahibi olan
derebeylerin uyruğu durumunda olmalarıdır.
Feodal rejim
kuruluşunda önemli rol oynayan bir başka olay, Akdeniz’in doğu ve batı
kıyılarının İslam egemenliği altına girmiş olmasıdır. Böylece Doğu ile Batı
arasındaki kültür ve ticaret ilkelerinde önemli rol oynamış olan Akdeniz yolu,
bir kısım Avrupa ülkelerine kapanmış, bu ülkeler Doğu da ve giderek dünya da
ticaretin dışına atılmışlardır. Dünya ticaretiyle ilişkisi kesilip kendi içine
kapanmaya ve bu yeni duruma göre yeniden örgütlemek, derlenip toparlanmak
zorunda kalan Avrupa’da da ekonomi bakımından en fazla kayda değer olay,
makineler sisteminin gelişmesi ile “para ekonomisinin” yerine “ayni”
diyebileceğimiz bir ekonominin geçmesi ve tam anlamıyla tarımsal bir uygarlığın
egemen olmasıdır.
Feodaliteyi
tam bir açıklıkla anlatmak istersek, Feodaliteyi bir piramide benzetebiliriz.
Burada Roma hukukunda olduğu gibi, topluluğa serbestçe tasarruf edebilmek söz
konusu değildir.
Topraklar,
fief sözleşmesi ile hiyerarşik bir düzene bağlanmıştır. Fief sözleşmesini
yapanlardan birisi de senyördür. Senyör, ya da vassal denilen ikinci kişi
yararına belirli bir toprak parçası üzerinde, adaleti dağıtma gibi bir görevi
sürekli bir hak olarak tanır. Vassal da, senyörün kendisinden beklediği
hizmetleri yerine getirmek zorundadır (Ayrıca vassal da aldığı toprağı kısmen
başkalarına verebilir ve bu yoldan kendiside derebeyi olabilirdi.).
Vasaal
durumunda olan senyörlerin çeşitli yükümlülükleri vardır:
Askeri alanda yapacağı yardımla,
çeşitli maddi yardımların yanı sıra vassal, senyöre “danışmanlık” yapmakla
görevlidir.
Fransa kralı
“Fransa Dükalığı” adıyla bilinen toprakların senyörüdür. Bu bakımdan da öbür
fief sahipleriyle hiçbir ilişiği yoktur. Sadece kendi vassallarıyla doğrudan
doğruya kişisel ilişkiler kurmuştur. Kral Fransa’daki öbür bütün senyörlerin
lideri idi. Kral, en yüksek senyördü; feodal hiyerarşinin en yüksek katını
işgal ediyordu. Her şeyden önemlisi kral senyörlerin senyörü durumundaydı.
Feodal bir
düzende sosyal sınıfların varlığı ise, en kaba haliyle; dövüşen soylular, dua
eden rahipler ve çalışan köylüler ile serflerdir.
Ortaçağda bir
sınıftan ötekine geçmek belli törenleri ve birtakım hukuksal işlemleri
gerçekleştiriyor, böylece iktisadi eşitsizliği “hukuksal eşitsizlik”
tamamlıyordu.
Soylular ve
Rahipler “ayrıcalıklı sınıfları” oluşturuyordu. Özgür köylüler ile serfler,
bütün değerleri yarattıkları halde, üretim araçlarına tam sahip olmadıkları
gibi hukuksal bakımdan durumları öteki ayrıcalıklı sınıflardan aşağıdır.
Ayrıcalıklı sınıflar, aynı zamanda topluluğa sahip olan sınıflardır; bu dönemde
toprakların sahibi, soylular, yeni senyörler ve kilisedir.
Ne var ki,
başlarda idari ve dinsel merkezler ya da tahkim edilmiş yerler olan kentler,
yavaş yavaş meta üretiminin (piyasa için üretim) ve böylece ticaretin
gelişmesine koşut olarak, gelişmeye başlayacaklardır. İşte, ticaretin ve
zanaatin gelişmesi sonunda kentlerde yeni bir sınıf ortaya çıkmıştır. Bu sınıf,
burjuva sınıfıdır. Ortaçağın sonlarına doğru Batıda kendini gösteren en önemli
sosyal olaydır bu. Burjuvaların
zenginliği toprağa değil, kentlerde henüz ilkel bir durumda olan meta üretimine
ve ticarete dayanmaktadır. Daha sonrası için, toplumun sosyal yapısını
değiştirecek olan sınıf, yeni araçlarını elinde toplayacak olan bu burjuva
sınıfı olacaktır.
İngiltere’deki
Feodalite anlayışı:
İngiltere’de
Fatih William (Guillaume)ın kurduğu rejimin en önemli niteliği, kendi
iktidarını güçlendirmek amacıyla feodal düzeni İngiltere’ye getirmiş
olmasıdır. Böylece, İngiltere’de
feodalite devletin zayıf oluşunun sonucu değildir. Feodalite, İngiltere’de
muzaffer Norman prensinin kurduğu ve zor kullanarak kabul ettirdiği bir
rejimdir.
Asya Üretim Tarzı ve Feodalite
Bernier haklı olarak Türkiye, İran ve
Hindistan’dan bahsederken, Doğudaki bütün olayların temelini toprakta özel
mülkiyetin yokluğunda aranmalıdır, diyor. Bu Doğu cennetinin gerçek
anahtarıdır.
Batılı olmayan toplulukların üretim tarzı
ancak toprakta özel mülkiyetin yokluğu olgusu ile açıklanabilir.
Engels bu konu hakkında Marks’a yazdığı
mektubundan;
“Gerçekten toprak mülkiyetinin yokluğu bütün
Doğu’nun anahtarıdır. Doğu’nun siyasi ve dini bütün tarihi burada gizlidir.
Fakat Doğuluların feodalite şeklinde bile toprak mülkiyetine gelemeyişlerinin
sebebi nedir? Sanırım ki bunun esası Sahradan, Arabistan’a, İran, Hindistan ve
Tataristan’dan ta yüksek Asya yaylalarına kadar uzanan çölün iklimi ve bununla
ilişkin olarak toprağın cinsidir. Burada yapay sulama tarımın ilk şartıdır ve
(bu işi) ya köyün, ya vilayetin ya da merkezi hükümetin görevidir.”
Barnier’in naklettiğine göre, Türkiye, İran
ve Hindistan’da toprakta özel mülkiyet yoktur. Toprakların mülk sahibi
devlettir. Öyle ise Doğulu toplumlarda, klasik feodal üretim tarzı söz konusu
olmaz. Çünkü klasik feodalitenin tanımında örneğin devletin toprağın mülk
sahibi olması diye bir şey yoktur. Şu halde, bu ülkelerde “başka” bir üretim
tarzı olmalıdır.
Peki, neden bu toplumlarda özel mülkiyet
ortaya çıkmıştır? Öyle gözükmektedir ki, bu ülkelerde iklim ve toprak şartları,
asli ve tek üretim aracı olan topraktan ürün alınabilmesi için geniş sulama tesislerini
gerektirmektedir. Bundan dolayı toprağın mülkiyeti özel ellerde olamaz. Toprak
köyün (Komünün) ortak mülkü ya da devletin mülküdür.
Asya üretim tarzında toprak üzerinde bireysel
mülkiyet kime aittir?
Marks ve Engelse göre, mülk sahibi kamu
hizmetlerini yerine getiren üstün otoritedir. Nitekim “temel Asya şekillerinin
birçoğunda küçük topluluklar üzerindeki birleştirici birim, üstün ve biricik
mülk sahibi olmaktadır.” Anlaşıldığı gibi, birleştirici birim deyimi ile kast
edilen üstün otorite olan devlettir. Bu topluluklarda despot bir sürü
toplulukların babası gibi gözükür ve hepsinin birliğini sağlar. Marks’a göre
birleştirici birim, yani devlet, despot olabileceği gibi demokrat da olabilir.
Asya topluluklarında devlet toprağın
mülkiyetine sahip olsa bile, “gerçek topluluklar (toprağın) tasarruf hakkına
sahiptirler.” Fakat yine de, “aslında birey tek başına mülksüzdür.” Böyle
olunca, Asya üretim tarzında mülk sahibi olan sadece devlettir.
Öyle ise, Asya üretim tarzında devlet
mülkiyetin de olan toprakların tasarrufu özel kişilerin ya da topluluğun
elindedir. Bu üretim tarzında mülkiyet ilişkilerinin aldığı ikili şekil
sistemin özelliğidir.
Bu şema, Asya üretim tarzında toprak, birey
(ya da topluluk) ve devlet arasındaki mülkiyet ilişkilerinin niteliğini
göstermektedir.
Asya üretim
tarzında toprak mülkiyetinin sebeplerine de değinmek gerekirsek,
1)
Köy topluluklarının kendini destekler karakteri
2)
Devletin üzerine almış olduğu kamu işleri olarak
sebeplendirebiliriz.
Üretim şekli
hususunda, Marks bu gibi toplumlarda Meta-Para-Meta şeklindeki basit dolaşımın
var olabileceğini söylemektedir. Nitekim meta üretiminin ilk aşamalarında,
fazla kullanma değeri paraya dönüşür. Bunu bildiğimize göre, Asya üretim
tarzında temel üretim şeklinin kullanma-değerli mal üretimidir.
Asya tipi Üretim tarzını
özetleyecek olursak;
Asya üretim
tarzının içerdiği tarihsel şartlar sistemin kapitalist üretim tarzına doğru
gelişmesini kolaylaştıracağı gibi, sosyalist üretim tarzına doğru evirilmesini
de sağlayabilir. Marks’a göre, her şey içinde yaşanılan toplumsal ortama
bağlıdır.
Genel hatları
ile, Asya üretim “modeli” üstünde durmuş olduk. Asya denilen bu üretim tarzının
diğer kapitalizm öncesi üretim tarzından (örneğin: antik, kölelik ve klasik
feodalite gibi) farklı olduğu açıktır.
Son olarak,
Asya toplumlarında şu unutulmamalıdır.
“Birey hiçbir
zaman mülk sahibi olmayıp tasarruf eden olduğundan, topluluğun birliğini temsil
edenin kölesidir.” Öyle ise, Asya toplumunda köle ve serften farklı olan birey
hür olmakla beraber bir çeşit “genelleşmiş köle” dir. Birey, devlet ve toprak
arasındaki ilişkilerde, toprağın tasarruf hakkına sahip olduğundan dolayı hür
ise de, toprağın mülkiyetine sahip olmayışından dolayı genelleşmiş köledir.
Asya üretim
tarzı hakkında genellikle söyleyebileceklerimiz bu kadar. Bu genel ve soyut
modeli tamamen Marks ve Engels arasında geçen konu hakkındaki yazışmalarına;
Sencer Divitcioğlu’nun yazmış olduğu Asya üretim tarzı ve Osm. toplumu adlı
kitabına ve de Zubritski M.K.’un yazmış olduğu İlkel köleci feodal toplum adlı
kitabına sadık olarak hazırladık. Açıkça söylemek gerekirse kendi
düşüncelerimizi de katmadan yazıyı yalın bir hale yayınlamaya çalıştık.
GÜRER MUT-
YİĞİT ONUR ŞEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder